Martıların Sesi


Deprecated: implode(): Passing glue string after array is deprecated. Swap the parameters in /var/www/wp-content/themes/largo-0.6.4/inc/post-social.php on line 157
Print More

Büyük çoğunluk, “yenildim, başaramadım” diye başlarlar, üzülür, oysa ne yenen, ne yenilen vardır bu yaşam oyununda.

 

Biz insanlar için yaşam, Doğa’nın sahneye koyduğu bir oyundur. Çoğu insan, hatta tamamı bu oyundaki rolünü bilmez, verilen rolün farkında olmaz ve kendisine söylenenleri ve kendisinin istediklerini veya kendisinden istenilenleri oynarlar. Bu nedenle çoğu zaman da başarısız olurlar, beceremezler rollerini ve görmezler kabahatlerini. Başarılı üç beş kişi dışında kalanların tamamı da hatalarını ya başka şartlara bağlarlar, ya da Tanrısını ve kaderini suçlarlar.

 

Anamız, babamız, kardeşimiz, dostlarımız belirler çoğu kez bizim rolümüzü, “doktor ol” derler şarkıcı olacağı yere, “subay ol” derler aşçı olacağı yere, ve bizler okullar ve çevremizle ve yaşadığımız dönemin değerleriyle aşçı olacağımız yere subay oluruz, istemeden. Eğitiliriz onun için ve makamlarla, rütbelerle süsleriz kendimizi, alkışlar yerine, parlak madalyalarla ve zorla yürür gider böylece bu yaşam.

 

Güzel bir yemek yaparken, duyulacak haz için aşçı olması gerektiğini, tekrar tekrar yaşasa bile, fark etmez insan; oysa kendini bilse, subay yerine aşçı olsa ne kadar doğru olurdu.

 

Çoğu kez, mesleklerimiz gibi sevdiğimizle değil, beğendiğimizle evleniriz. Kimi kez de, onun kıskandığımız ve özendiğimiz yanları ile oluruz. Sevgi ile süslü değildir, öpücüğümüz zevk ile bezenmemiştir, evlilikle elimize geçenler.

 

Kime sorarsan, bu yaptıkları ve seçimleri hep doğrudur veya o zaman aralığı için doğru sanılır. Herkes yıkılana kadar bekler duvarını.

 

Gün gelir ve fark eder insan kendini, mesleğinde alkışları, evliliğinde sevgiyi arar yıllar sonra. Geç kalırsa, sorumlu kendisi değildir, kaderdir veya çevresidir, ona göre. Erken farkında olursa eğer, “akıllandım” der kendisine.

 

Hiç böyle bir şey olabilir mi? Hiç Tanrı yapamayacağımız işler için bizi görevlendirir mi? Hiç yaşamı bizler için zorlu ve üzücü kılar mı?

 

Hayır, değil mi? Tanrı bize yapacağımız görevi verir ve yaşamımızı düzenler. Ama biz yanlış yaparız, biz hatalı yollara saparız.

 

Bizlere hatalı görev ve yanlış yaşam verilmemiştir. Yaratan, programladığı insanın hatalı çalışmasını istemez, çünkü hatalı yapılmak için yaşam düzenlenmemiştir. Bayat simitleri buhara tutarak sattığında mutlu olan insanın, parti başkanı olmaya, sonra da Başbakan olmaya yönelmesi kadar büyük hata olamaz, onun, yaşam mutluluğu, simitçi olmasıyla bağlantılıdır, o bunu yapınca dünya sahnesindeki görevini, verilen rolü doğru oynamış, sahne uyumlu ve yapılanlar alkışlarla süslü olacaktır. Oysa Başbakanlık görevini üstlenirse, yanlışlar, hatalar ve mutsuzluklar onu bekleyecek, onunla diğerleri de mutsuz olacaktır.

 

Bizler rolümüzü çevremizden alırsak, bizi diğerleri görevlendirirlerse, bunda başarılı olmamız çok zor olmaz mı? Hani derler ya “Yaratan yürü ya kulum dedi” diye, işte bu rastlantı ona biçilen rolü oynamaya başlamak mı demek oluyor? Başarı rastlantısal olmuyor mu? Burada “haddini bilmek” devrede değil mi? Biz haddimizi bilirsek, bizlere verilen rolümüzü doğru oynayabilir ve doğru yolda yürüyebiliriz, değil mi?

 

Bunu bulmak için haddimizi bilerek, ruhumuzu özgür bırakmamız gerekmektedir. Onu kimse ve hiçbir şey, hatta biz bile etkilememeliyiz. Ruhun özgürlüğünü, ancak kendini bilenler sağlayabilir. Makamının, parasının, çevresinin etkisinde olan biri, ruhu sağa sola kaçmasın diye onu hapseder. Ulu orta dolaşsın, her bildiğini söylesin, rastgele kahkaha atsın istemez. Oysa ruh verilmiş görevle, programla yaşamak ister. O bedende kendisine verilmiş görevle yaşamak ister, zorla var olamazlar. Yoksa zavallı bırakın özgürlüğü, hem tutsaktır, hem de perişandır. İnsan ruh ve bedenin sıkıntılarıyla sabahı akşam eder. Akşam olduğunda ise, yaşamın sonuna geldiğinde anlar ki, meğer yanındaki, yıllardır beraber olan sevdikleri, onunla değilmiş, duyduğunu zannettiği alkışlar da ona değilmiş.

 

Ah! Ne kötüdür, insanın kendini böyle geç bilmesi, duyması, görmesi. Ne yazıktır, kendini hiç bilmemesi ve keşke hakikat zannettiklerinin yalan olduğunu görmesi. Ah! Keşke görmeseydim, bilmeseydim demesi insanın.

 

Bazı yaşamlar rollerini yaşarlar. Bazı yaşamlar da ne yaptığını bilmemelerinden dolayı boşu boşuna dolanır dururlar. Biri her şeyden haberdar, diğer biri de her şeyden habersiz yaşamlarını sonlandırırlar.

 

Ancak, bu durumu fark edip yarı yolda kendini bilen ve ruhunu özgür bırakabilen ve yeni rolünü yarı yolda oynamaya başlayanlar, işte onlar daha mutsuzdur, artık. Boşa geçen yarım ömür veya sona yaklaşan yaşamın diğer yarısı, ne hüzünlüdür, onlara.

 

İşte bu nedenle mutsuzluğu azaltmak için kendini bilmekte acele etmek, size verilen role hemen bürünmek gerekir.

 

Hemen deniz kenarına inin, martıların bağrışmasına ve telaşına kulak verin! Bakın, onlar size yardımcı olmak istiyorlar. Güneş sırtınızı ısıtırken, hafif rüzgar parmaklarınızın ucunu üşütüyor değil mi? Nasıl? Dalgaların sesini mi duyuyorsunuz? Onlar geri çekilirken, yuvarlanan taşların sesi mi kulağınıza geliyor? İşte tam zamanı, doğayı ve yaşamı farkettiniz demektir.

 

Şimdi ne yapmak istiyorsanız bir daha onu düşünün! Hani yaptığınız çikolatalı pastayı kesip te ilk lokmasında gözlerini kapatan küçük çocuğa veriyorsunuz ya, hani fırından çıkan sizin peynirli poğaçalarınızın kokusu vardı ya, “neden bir restoran açmadın?” diye kendinize sorabiliyorsanız yaşamın ve mutluluğun kapısı açılabilecektir.

 

Hani, 49 ncu yaş gününde hevesle aldığınız udunuzdan dökülen nağmeler ile, önce ıslık çalarak, sonra sözlerle katıldığınız şarkıya eşlik ederek neden daha önce müzik eğitimi almadığınızı kendinize soruyorsanız, mutluluğa ilk adım atılıyor, gibisiniz.

 

Yine de telaş etmeyin! Yanlış olan veya geç olan bir şey yoktur. Sonuç mutlaka doğanın istediği gibi olacaktır. Tek fark erken veya geç kalmaktır, geç kalmayın!

 

Bu dünyada yaşam bir oyundur. Bu oyunu hazırlayan hatalı olmayacağına ve yazan da yazmamazlık edemeyeceğine göre, oyun daima güzel ve hoştur. Ancak iyi oyuncularla anlam ifade eder.  İyi oyuncu, verilmiş görevi yapandır. Sapık, hırsız, katil, bekçi, aşçı, aşık hepsi bu oyundadır. Verilen görevi yapmaktadırlar. Sizin beğenmediğiniz bir rol, beğenen biri tarafından mutlaka oynanacaktır. Beğenmediğiniz rol, zaten onu oynayacak olana verilmiştir.

 

Siz beğendiğinizi veya istediğinizi değil, size verilmiş olanı akılcı bir gözlemle ve özgür düşüncenizle seçin veya kabullenin, tam olarak oynamaya çalışın! Size verilen görevi anlayın! Doğru oynayın, rolün dışına çıkmayın! Başroldeki yakışıklı olmaya, paraları sayan zengin olmaya çabalamayın! Bazıları belki köy meydanında akmayan bir çeşme olabilir; bazıları da dağların tepelerinde, kayaların yarığında fışkıran herkes hayat veren bir su kaynağı olabilir, unutmayın!

 

Siz kendinizi bilin, kendinizi özgür bırakın! Martıların sesini dinleyin, size söylediklerine kulak verin, yalnızca yapacaklarınızı ve yapmanız gerekenleri yapın!

 

Nadir Elibol ve Martılar

Dolmabahçe, İstanbul

10 Ocak 2005, Salı 13:30

Comments are closed.