1983 yılı 12 Eylül sözüm ona ülkeyi demokrasiye geçiriyor, seçimler yapılmış, yine halk ayarlanmış, kandırılmış ve istenilen kişi iktidara taşınmıştı. ANAP iktidar olmuş, planlanan değişiklikler ülkeye uygulanıyordu. Gümrük ve Tekel Bakanlığı; dış ticarette ve dolayısıyla ülke ekonomisinde o zamanlar çok etkindi. İyi yetişmiş bürokratları, seçkin ve etkili idi. Ticaret yapanlar, sanayiciler, gümrük idaresinin ağzına bakardı.
Ticaret ve ekonomiye hakim olabilmek için Gümrük ve Tekel Bakanlığı ile Maliye Bakanlığı birleştirildi ve Vural Arıkan Maliye ve Gümrük Bakanı oldu. Çok nitelikli, zeki, akıllı ve pratik idi, vizyon sahibi idi. Turgut Özal’da onun bu özelliklerini biliyor olmalıydı ki, Bakan yapmıştı. Vural Arıkan ile Doğan Ak’in (O zaman Gümrüğün Müsteşar Yardımcısı) Mülkiye’den sınıf arkadaşı idiler. Dengeli bir yönetim oluşacaktı. Ancak bu denge bazı güçler tarafından fark edildi ve Kapıkule olayı yaratıldı. Kapıkule olayları tatsız işler, komplolar, asılsız suçlamalara karma karışık bir işti.
Ben, şahsen o dönemde iktidarca yapılan hiçbir icraati tasvip etmez, her şeyi eleştirir, beğenmezdim. Bu nedenle siyasetten ve bürokrosiden uzak durur, müfettiş kalmayı tercih ederdim.. O yıllarda elime Başak Grubunun hayali ihracat işi verilmişti. Bu soruşturmanın daha sonra 1990 yılında istifama neden olacağını, nereden bilebilirdim. Turgut Özal Cumhurbaşkanı olduğunda bizzat istifamı isteyecekti. İnsan kendi kaderini oluşturuyor gibi gözükse de, aslında her şey küçük bir rastlantı ile değişiyor ve gelişiyordu.
Müfettiş Savaş Özdoğan ile sınıf arkadaşım olması, ailece görüşmemiz ve Ankara’da yaşaması nedeniyle, diğer
178
arkadaşlarımdan daha samimi idim. Ailece görüşmemiz, eşler ve çocukları da kaynaştırmış, dostluğumuz pekişmişti.
1984 sonbaharı idi. Bakanımız Vural Arıkan Türkiye’deki sayılı resim kolleksiyonerlerden biriydi. Ankara’da resimlerini sergiliyordu. Bakanlığın tüm üst kademesine davetiye göndermiş, bizleri de unutmamıştı. Savaş’la konuştuk, gitmek mi lazım, yoksa gitmememiz mi gerekir derken, saat 18’deki sergi açılışına gitmeye karar verdik. Zaten Ankara’da 2-3 müfettiş varız. Savaş’ın üstü başı sergiye gidecek gibi değil. “Ben üstümü değiştiririm, sergi de eve yakın” dedi. Savaş’ların evine gittik, Güneş Sokak’ta, Şili Meydanı’nın yakınlarında idi. O üstünü değiştirirken, ben de sigara içmek istedim. Üzerimde sigara yoktu, sordum, o da sigaranın çekmecede olduğunu söyledi. Baktım bir karton kısa kutu Marlboro var, bir paketi aldım, orijinal idi, yurtdışından bir yakını getirmişti. Giyinme işi bitince çıktık, sergiye geldik, açılış olmuştu. Hemen kalabalığa karıştık. Üst düzey Maliye ve Gümrük bürokratlar, eş, dost, milletvekilleri, Bakanlar salonu doldurmuştu. Şeker Ahmet Paşa’nın resmi olduğunu daha sonra öğrendiğim resmin önünde kalakaldık. Biraz sonra yanımıza Nahit Eruz (Gümrükler Genel Müdürü) geldi. “Efendim saygılar” falan derken, Müsteşar Muavini Doğan Ak’in ve Bakan Vural Arıkan ile dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Mesut Yılmaz da geldi. Bizlerin yakasındaki Mülkiye rozeti devreye girdi, Mülkiye ve Mülkiyelilikten konuşuldu. Sonra Bakan bey Şeker Ahmet Paşa tablosu üzerine konuştu. Bizler resimden fevkalade anlayan Bakan’ın önünde ne diyebilirdik. O sırada Bakan elini cebine attı, sigara aradı. Doğan Ak’in sigara içtiğimi biliyor, kaş göz etti. Ben anlamazdan geldim, çünkü cebimde orijinal Marlboro var. “Kaçaktan mı aldın?” “Duty Free’den mi aldırdın?” “Sen nasıl Gümrük Müfettişisin?” gibi sorulara muhatap olmamak için anlamazdan
179
geldim. Ama Doğan Akin’in “Nadir, Bakan Bey’e sigarandan ikram etsene” sözü beni bitirdi. Elimi cebime attım, kutu kısa Marlboro’yu çıkardım, etiketi görmesin diye kapağı ben açtım ve ikram ettim. Sigarasını yaktım. Bakan kutuyu kaptı, arkasını çevirdi ve “Ooo! Orijinal ha!” dedi. Birkaç hafta önce ANAP hükümeti yurtiçinde yabancı sigara satışını serbest bırakmıştı. Ben bittim, o süre 5 saniye mi idi yoksa 5000 saniye mi, hatırlamıyorum. “Sayın Bakanım, bir küçük anekdotumu anlatabilir miyim?” dedim, cevap gelmeden “Bu sigarayı eşim ve çocuklarla İstanbul’da iken aldım. Restorantta yemek sonrasında dostlarımız sigara isteyince, garsonu çağırdım, “Delikanlı bana bir Marlboro al, lütfen” dedim, adam da 5-10 dakika kayboldu, garsona 5TL vermiştim, sigarayı getirdi, paranın üstünü vermedi. Sigara 3.5TL idi, ben 1.5TL’yi getirmesini bekliyor ve ona bahşiş vermeyi amaçlıyordum. Kızdım, geri çağırdım, paranın üstünü istedim, ancak garson, “Abi her yeri aradım, ANAP bantrollü bulamadım, bundan aldım” dedi. “İşte o orijinal sigara, bu sigara efendim” dedim. Herkes kahkayı bastı. Mesut Yılmaz her zamanki haliyle, somurttu. ANAP bandrolü esprisine bozulmuştu, herkes dağılınca, Savaş’ın “Ulan, nasıl uydurdun?” sorusuyla kendime geldim. Bir süre sonra sergiden ayrıldık.
Aradan 20-25 gün geçmişti. Bir sabah, kurul sekreterimiz “Nadir Bey, sizi Bakan Özel Kaleminden aradılar” dediğinde, müfettiş arkadaşların bana bir tuzak hazırladıklarını düşündüm. Ben hep şaka yapıyorum ya, bu kez onlar beni işletiyorlar zannettim. “Teşekkür ederim, ben birazdan gideceğim” dedim, odama geçtim.
Biraz sonra sekreter hanım tekrar “Bakanlık Özel Kalemden sizi çağırıyorlar, Bakan Bey çağırıyormuş” dediğinde pek inanmadım, gizlice güldüm. Beni kim çağıracak, Bakanı da tanımam. İçimden “Yer miyim ben böyle hikayeyi?” dedim. 5 dakika olmadı ki, Nejat Sarıkamış(Güm.Gen.Md.Yrd.) üstadın küfürle karışık “Çabuk özel
180
kaleme gel! Bakanın yanındayım” sözüyle işin ciddi olduğunu anladım. Bugün Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait camlı binanın 7nci katından, bugün Kültür Bakanlığı olan eski binamıza uçar gibi 10 saniyede gittim. Nejat Sarıkamış, “Bakan seni bekliyor, içeri gir” dedi.
Bakanın huzurundayım. “Gel bakalım, Marlboro’cu!” dedi. “Benimle çalışmak ister misin?”, ben de ancak “şeref duyarım” diye cevap verebildim.
Bakan bana Gümrükler Genel Müdürlüğü Daire Başkanı olacağımı ve Ertan Cireli ile çalışacağımı söylediğinde, genel müdür yardımcısı olarak çalışmak istediğimi arz ettim. Nahit Eruz üstad ayrılmış Gümrükler Genel Müdürlüğü’ne Ertan Cireli getirilmişti. Bir an durdu “Teftiş Kurulu Başkanı’na ve Gümrükler Genel Müdürü Ertan Cireli’ye söyle, genel müdür muavini olarak yazını hazırlasınlar” dedi. Nahit Eruz Üstad ayrılalı çok az bir süre olmuştu. Herkes diken üzerinde idi. Ben Gümrükler Genel Müdür Muavini olarak göreve başladım, herkesin gözü benim üzerimde.
İlerleyen günlerde, Ertan Cireli’nin birkaç kişiyi daire başkanı olarak Gümrükler Genel Müdürlüğü’ne getirmek istediği için, Bakan’ın da beni önerdiğini duydum. Ertan Cireli Mülkiye’den Bankalar Yeminli Murakıbı bir sınıf arkadaşımı Danimarka’da tanıdığı için Daire Başkanı yapmak, Hesap Uzmanları Kurulu’ndan yine bir arkadaşımı da Daire Başkanlığı’na getirmek istemişti. Murakıp arkadaş ben Genel Müdür Yardımcısı olunca bu göreve gelmemişti. İleride Müsteşar Muavini olacak, geldiğinde “yemekhaneye yalnız gitmeye çekiniyorum, Nadir benimle yemekhaneye gelir misin?” diye ricada bulunan bir diğer sınıf arkadaşım Daire Başkanlığı’na başladı. Genel Müdür Ertan Cireli’yi tanımıyor ve onunla çalışmak istemiyordum. Siyaseten hiçbir çabam bulunmadığına, beni o Makama önerecek bir Teftiş
181
Kurulu Başkanı da olmadığına göre, tek seçenek kalıyordu; o da Bakanla tek karşılaşmam olan Marlboro sigarası olayı idi. Beni bu göreve bu kurnaz cevabım getirmiş olmalıydı.
Hayatta her şey düzen, ahenk içinde gibi görülebilir. Ancak oluşurken ve yaşanırken bunu görmek pek mümkün değildir. İnsan çok sonraları geriye dönünce belki bunu fark edebilir. Bana çok kişi sordu “Nasıl oldu bu iş?” diye. Hep, yemin billah cevap vermeye çalıştım. Ancak kimse inanmadı veya bazıları ütülü tebessümle veya göz kırparak konuyu kapattı.
Böyle şanslı ve güzel bir gelişimi, yalnızca tatlı bir anıya bağlamak da yanlış olur. Yine o günlerde Dışişleri mensubu eski büyükelçi Temel İskit, yeni kurulan Serbest Bölgelere Genel Müdür olmuş, birlikte çalışmak istediğini söylemişti. Ben de eşimin
182
gelmesini önermiş, bir kaç arkadaşın da çalışmasını sağlamış, etik olarak kendimin gitmesini de uygun bulmamıştım. Serbest Bölgeler Genel Müdürlüğü’nde göreve başlayan bir Mülkiyeli hanım arkadaşı da, makamında ziyarete gitmiştim. “Nadir Abi falına bakacağım, bir kahve iç” dedi. Ben de güldüm, fala inanmam derken, kahveyi içtim. Fincanı kapattım. Bir süre sonra fincana baktı, “Nadir abi, Müfettişlikten ayrılıyor, başka göreve geçiyorsun, daha üst görev, (K) ile başlayan bir yere gidiyorsun” dediğinde, “Ayşe çok palavracısın, ben Müfettişlikten bu dönemde ayrılmam, yoksa Kıbrıs’a mı gidiyorum?” dedim, gülüştük. “Hayır Kıbrıs değil, uçakla gidiyorsun, aşağıda Araplar var, ehram gibi bir şeyler görünüyor” “Ayşe, Kahire mi yoksa?” “Hayır abi! Kahire değil, ama Araplar var, ayın 17’sinde veya 27’sinde gidiyorsun” gülüşmeler, şakalaşmalar. Tebriklerimi sunup, ayrıldım.
Bir gün Ertan Cireli, beni çağırdı “Nadir, personel servisi ile görüş, kırmızı pasaport çıkarsınlar. Şu gün, şuraya gidiyorsun” dedi. Ayşe’nin falını unutmuştum. Pasaport geldi, heyetle buluştuk. 4 kişiyiz. Kara Ulaştırması Karma Komisyonu toplantısına gidiyoruz. Uçakta şakalaşmalar, en genç bürokrat benim, 10 yıllık memurum. Uçak alçalırken, pistte Arapları gördüm, ayın 27’si idi, ben Gümrükler Genel Müdür Yardımcısıydım ve Kuveyt’e iniyorduk, şaşkınım.
İnsan yaşananları geriye dönüp bakınca farkediyor. Ben de, yaşarken yaşadıklarımı fark etmedim, ama Genel Müdür Yardımcısı olunca geri döndüğümde, Marlboro paketini ve falıma bakan Ayşe’yi hep hatırladım ve tebessüm ettim.
Dileğim, herkesin iyi niyetle ve dürüstlükle, önündeki şans ve akılcı tercihleri iyi değerlendirmesidir, çünkü olan; herkes için olacakların en iyisidir.
183