Kıbrıs Barış Harekatı


Deprecated: implode(): Passing glue string after array is deprecated. Swap the parameters in /var/www/wp-content/themes/largo-0.6.4/inc/post-social.php on line 157
Print More

Mülkiye’ye, yani Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne 1971 yılında girmiş ve lise sonrasında kendimi büyük bir özgürlük içinde bulmuştum. Tabi, yeni düşünceler ve yeni düşünme yöntemleri ile başka bir dünyada yaşamaya başlamıştım.

Rahmetli babamın büyük anlayış ve hoşgörüsü ile o dönemde topluma isyankâr olan herkes gibi, ben de saç sakal karışık, gezip tozup, yiyip içiyordum. 1972 ve 1973 yaz aylarında temin ettiğim tahta kazıkları olan, tahta orta direkli. Dört kişilik çadırımla, İzmir’den otostopla başlayıp, Marmaris ve Bodrum’a iniyor ve kendi başıma gittiğim ilk tatilim Marmaris sonra da Bodrum oluyordu.

Marmaris o zamanlar oteller, tatil köyleri ile tanışmamış bir köy. Bodrum ise, yolu sokağı biraz daha geniş, mendireği olan, biraz daha büyük bir kasaba, Marmaris gibi küçük bir balıkçı köyü değil. Her ikisi de portakal ve mandalina bahçesi ile çevrili.

Zamanın akıllı ve ileri görüşlü olan gençlerin akınına uğrayan bu iki küçük kasabada mandalina bahçelerinin içine gençlere çadırlar kurduruyorlar, bazı bahçelerde bir tuvalet, bir duş ve bir çeşme hizmet veriyor, kampingcilere bazıları tüplü ocak bile veriyor, 15-20 kadar pansiyon da İstanbullulara hizmet veriyordu.

1974 yazında İzmir’den Kuşadası, Didim, Milas yoluyla Bodrum’a inmeyi amaçladık. İbrahim Toptepe, ben , ODTÜ’den Atila ve onun bir arkadaşıyla yollara düzüldük. Babam 200 TL harçlık vermiş, hem büyük para, hem de tatil süresi uzun olursa, az para.

Otobüs ile dördümüz İzmir’e indik. Otostop yaparken; Atila ve arkadaşı, sırt çantalarında, bizim eşyaları da taşıyacak, İbrahim ve ben de çadır ve aksamını taşıyacaktık. İzmir-Kuşadası otostop işi çok başarılı oldu. Kuşadası’nda bir kamping bulduk, Kuşadası çok turistik bir yer, gemi, yolcu çok canlı. Kadınlar plajı denilen bir halk sahili var (günümüzde otellerle dolu) ona yakın bir bahçeye çadırımızı kurduk.

Çadırımızda enine yatınca, dört kişi çok rahat sığarken, tek problem en dipte yatanın gece tuvalete gitmesi olduğundan, değişimli kapı ağzına yatılıyordu. 3ncü veya 4ncü gün ayrılacağımızı kamp işletmesine bildirdik, ne ödeyeceğimizi sorduk. Çadır için günlük 7,5 TL, kişi başı 5 TL, tüp içinde 5-6 TL isteyince, “bize öğrenci fiyatı yapar mısın?” sorusuna da olumsuz cevap üzerine 4 ncü günün sonunda adam başı 30’ar TL vermemizin gerektiğini hesapladık. Gece kara kara düşünürken, ben “kaçalım ulan!” dedim. Nasıl, ne zaman, tek problem çadırın sökülmesi, sökülürken duyan gören olacak veya kamp sahibi bizleri yakalayacak. ODTÜ’de Matematik bölümünde okuyan Atila’nın arkadaşı Bingöl çok akıllı bir çocuktu. “Oğlum, hava kararınca çadırın kazıklarını ve direklerini sökelim, iki kişi iki direğin yaptığı işi yapsın içerde otursun, eliyle çadırı tutsun, önceden sırt çantalarını kampın duvarından dışarı çıkaralım, bir yere saklayalım, kazık ve direkleri de önceden götürelim, bir tek çadırın bezi kalsın, iki kişi içeride beklerken iki kişi de etrafta dolaşsın, ortamı gözlesin, “çık” dediğinde bahçe duvarından atlayalım” çok müthiş bir fikir idi. Gece yarısı işlem başarı ile tamamlandı, para ödemeden kaçtık.

Şehirde tek tük gezenler var ama, yürüyerek ana yol çıktık. Gecenin karanlığında 4 kişi otostop imkansız idi. Eşyalarımızı paylaştık tek tek herkes Bodrum’a inecek. Sabah veya öğlen caminin önünde bulaşacaktık, dağıldık. Kamyonla, minibüsle ve dayanamayıp yolda molada yakaladığımız otobüsle başarısız otostoplarla Bodrum’a indik.

Kuşadası’ndan 30’ar lira kurtardık ya, bu parayı Bodrum’daki harcamalara ekleyince, artık bayağı zengindik.

Bir iki bahçe gezdik, yine parası ucuz bir bahçeye çadırı kurduk, 30 TL kurtaracağız diye, öyle yorulmuş, öyle uykusuz kalmıştık ki, sanki “güneş battı, çocuk yattı” olduk.

Bir önceki sene Akil ve Vecdi ile Bodrum’a gelmiştik ya; yol, sokak, bakkal hepsini biliyorum. Bu kez çadır 5 TL günlük, dolu tüp 5-6 TL istedi, kişi başı 3 mü, 4 mü bir hesap yaptık. Tatil bitince kesin otobüsle döneceğiz, otostop kolay iş değil, kaçmakta çok zor. Otobüs parasını ayırdık. 20-25 gün kalalım istiyoruz, belki 30 olur. Çadır, tüp, kişi 25 günden hesapladık. Adam başı 100 TL’ye yakın ödeyeceğiz, kaçma düşüncemiz artık kesinlikle yok.

Ben de 40-50 TL harcayacak para kalacaktı. İlk günler çok eğlenceli geçti. 4ncü 5nci gündeyiz, dört gündür yemek değil, sucuklu tost, ekmek, peynir, domates falan yiyoruz. Artık çok açız. Yaptığımız iş, gündüz denize girmek, çok acıkınca akşam ikişer tost yapmak ve akşam mendirekte ikişer bira içmek olmuştu, para beklediğimizden hızlı tükenmeye başladı.

Hani! Demiştim ya, bu Bingöl çok akıllı çocuk diye, yine aynen öyle oldu. Bir akşam, “arkadaşlar, bu iş böyle olmaz, yemek istiyorum, ama paramız da bitmek üzere” herkes bir ağızdan “Eeee! Yemek için de para lazım, nasıl yaparız?” diye sorduğumuzda “Hani! Akşam bira alıyoruz ya, Nadir senin tanıdığın bakkal bira şişeleri gibi, kola şişesinden de depozito alıyor, geri getirdiğinde 25 kuruş veriyor, hani bira şişelerine 50 kuruş alıyoruz ya, kola ve pepsi şişelerinden de para alabiliriz.” Tabi ki herkes gülüştü. “Ulan! Biz kola içmiyoruz ki” Bingöl’de “Öğlen herkes uyuyor, yolda sokakta dolaşmıyor, biz de bakkalları dolaşacak, önünden geçerken, elimizdeki torbaya, vitrinin önünde duran boş şişe kasalarından birer ikişer boş kola veya bira şişesi alacağız, 3-5 tane toplayınca diğer bakkala iade edeceğiz” hepimizin gözü açıldı. Hemen uygulamaya koyduk. Dört kişi, dört koldan 5-6 şişeyi geri veriyor, bir saatte 1,5-2 TL kazanıyorduk. Evet! Kuru fasulye, pilav 2,5 TL olunca 6-7 TL bize hayat veriyordu. 3-5 gün de böyle geçti. Doymuyorduk, aç dolaşıyorduk.

Bahçe sahibine sordum “senden tüpü kullanırsak, bize tencere verir misin?” “Tabi mutfaktan al kullan ve temizle, mutfağa koy” artık yemek yemek istiyoruz. Atila, Bingöl benim yemek yiyişimden umutlandılar ki, yüzüme bakıyorlar, ben de heveslendim, gaza geldim. “Ben yaparım, tencere var, patlıcanlı bulgur pilavı yapalım” dedim. Herkes her şeyi yiyecek, şahane, hemen karar verildi.

Ben hiç bu şekilde yemek yapmamışım, ama gözlemişim, soğanı ve patlıcanı kavurur, yağı tuzu koyar, bulguru döker, üstüne de sıcak su koyduk mu, işte  şahane bulgur pilavı.

Bakkala gittim. Gazozların parası da var ya, rahatça 5-6 TL para harcadım. 2 soğan, 2 patlıcan, 1 küçük margarin ve 1 kg bulgur aldım. Doğradım, margarini (250 gram) attım ve 1 kg bulguru döktüm. Şahane kokular geliyor, ancak Bulgur şiştikçe çoğalıyordu, kimse bana, “200-300 gr bulgur size yeter” dememiş ki, ben de bulgurun 2-3 katı şiştiğini bilmiyordum ki; tencere karıştırılamaz hale geldi, kapağı örttüm, kapak yükselmeye başladı, öyle bulgur pilavı oldu ki, herkes yemeğe hasret, 1 dolu tabak, sonra yarım tabak, sonra tencere bitsin diye yarımşar tabak derken; pilavı bitirdik. Kimsenin mendirekte bira içecek hali kalmadı.

Bingöl gitti birer kola aldı. Hazmetmek için üstüne kolaları içtik. Herkese uyku çöktü, erken saatte yattık. Geçen süreyi bilemem ama, Atila’nın bizim üzerimizden atlayarak, çadırın dışına kustuğunu seyrettim, tekrar yattık bu kez Bingöl, ardından ben, İbo, hem de birkaç kez kusarak alaca karanlığa geldik, bayılmışız.

Sabah 9-10 gibi İbo ve ben uyandık. Çadır da Atila, Bingöl yok, dün bütün gece kustuk ya, telaş ettik, aramaya başladık, yoklar, yandaki çadır sökülmüş, kulübenin yanındaki iki çadır da yok, bazı çadırların önü açık, kimse yok, kampçının odasını çaldık, o da küçük bir oda da yatıyordu. Aaa! O da yok! “Kimse yok mu?” diyerek çevredeki 3-5 çadıra kısık sesle seslendik. Çadırlarda kimse yok. Ben İbo’ya şaka yaptım. “Ulan, bütün kamp kaçmış mı?” Çadıra döndük. Atila ile Bingöl’ün sırt çantaları duruyor, durumu çözemedik.

Birden bire siren seslerini duyduk. “Ne oluyor?” diyerek, sokağa çıktık, sokak bomboş, yürüyüşümüzü hızlandırdık. Cami’nin önündeki yol ayrımında Jandarma arabası duruyor. Jandarma’ya doğru yöneldik, ne olduğunu soracağız. “Ne işiniz var? Neden buradasınız?” dediklerinde vereceğimiz cevabı bile söyleyemedik, soruyu anlamadık bile. Jandarma “Geceyi burada mı geçirdiniz? Herkes dağlara çekildi, şu yolu takip edin” Çadıra dönemeyiz, ayakta terlik, gece için giydiğimiz şort altımızda, hızla yokuş yukarı yürümeye başladık, “İbo ne oldu lan? Atila ve Bingöl nerede? Biz nereye, neden gidiyoruz? “ dediğimde sanki onun bu soruların cevaplarını bildiğini sanıyordum. Birkaç kilometre sonra bir jandarma arabası daha görünce, yanaştık, sorduk “Delikanlı, gece şehir boşaltıldı, siz nerede idiniz?” “ne oldu?” “Kıbrıs’a Türk Ordusu harekat düzenledi. Yunanlıların da Bodrum’u vuracağı bildirildi. Herkesi şu ilerideki ağaçlık yere topladık, siz de oraya gidin” dediğinde, cümlesini bitirmeden oraya yönlenmiştik.

Şurası denilen yere ancak 10-15 dakikada ulaşmıştık. Sayılamayacak kadar pijamalı ve bizim gibi terlikli insan orada toplanmıştı. Kalabalığı dolaştık, Atila ve Bingöl önümüzde idi, “Ulan, bizi niye uyandırmadınız?” dediğimde, “10-15 kez uzun uzun sirenler çaldı, ikinizi de defalarca dürttük, Jandarma kampinge gelince, herkesle birlikte dağlara çıktık” “Yahu! Kardeşim nasıl ya!” falan diyorum. Ama, pilav ve kola sonrası, birer, ikişer veya fazlası kusma seansları olunca ve bizler bayılınca, bu çok normaldi.

Neyse, tartışmayı uzatmadan kalabalığı kontrol eden jandarmalara yöneldik. Mülkiyeliyiz ya, “Harekat ne zaman oldu? Bodrum’u bombalayacaklar mı?” gibi ilgisiz şeyler soruyoruz. Jandarma “kimse bu alanı terk etmesin, ikinci emre kadar buradasınız” dediğinde, çadır ve çantalar aklımıza düştü, en uyduruk çadır bizim ki olsa da, ne olur, ne olmaz falan diyoruz. Akşam oldu. Bazıları yanına ekmek falan almış, bizim karnımızda bulgur bile yok, yine açız, gece mi, sabah mı bizi Bodrum’a saldılar. Bakkallar da her şey talan edilmiş, bisküvi bile yok. Açlığımız had safhada, fırıncıların önü kuyruklar, herkes otobüslere saldırmış, tüm Ankara, İzmir, İstanbul vesaire otobüsler dolmuş.

Neyse, bir taze ekmeğe ulaştık. Hani paramız yetmez diye çeşitli numaralar yapıyor, kamptan kaçıyor. Yemek yemiyor, kola şişesi çalıp, depozitosuna tost yiyorduk ya; şimdi cepte paramız var ama tatili bırakmak zorundayız, üstelikte dönüşümüz belli değil. Nasıl oldu bilmiyorum. İlave otobüsler bulundu. Tüm tatilciler gibi biz de Ankara bileti bularak, cebimizde paralarımız ile Ankara’ya döndük.

Ben plan yapmayı çok severim. Hep işimi, paramı planlarım, ancak Barış Harekatı’nda bir şey öğrendim ki, sen ne kadar plan yaparsan yap, hayat ayrı bir plan hazırlıyor olabilirdi. Kıbrıs Harekatı ile hem geleceğe dair planlar yapma, hem de bulunduğun anı ve hayatı yaşamak gerektiğini öğrendik.

 

Nadir Elibol

Ankara, 20/06/2020

Corona Günleri

Comments are closed.