Hasan Abi !


Deprecated: implode(): Passing glue string after array is deprecated. Swap the parameters in /var/www/wp-content/themes/largo-0.6.4/inc/post-social.php on line 157
Print More

1994 yılı Azerbaycan’da Elçibey iktidarı Suret Hüseyinov adlı bir küçük subayla yıkılıyor. Birkaç ay sonra bu küçük subay ve birkaç askeri iktidarlarını Haydar Aliyev’e bırakınca herkes o zaman işi anlıyor. Ben kardeş Azerbaycan’da Ticaret Bakanlığı’na gıda ve temizlik maddesi vererek karşılığında Ticaret Bakanlığı vasıtasıyla kereste, kağıt ve bahçe traktörü alıyorum. O zamanların mevzuatıyla bağlı muamele denilen işi yapıyorum. Dış Ticaret Müsteşarlığı’ndan bu izni almış, ucuz mal satıyor, ama karşılığında çok ucuz mal alıyordum. Ucuz ile çok ucuz arasındaki fark da benim kazancım oluyordu.

İhtilal ile, bankada bağlı muamele için manat ve rubleler duruyor, malların bir kısmı yolda, bir kısmı depolarda, vagonlar üzerinde, kamyonlarda kalmıştı. Film şeridi dondu. Bir kumarbaz gibiydim, bütün varlığım masanın üstünde ve masa devrilmişti.

Elimdeki para ile aldığım malların bedelini bile ödeyemiyordum, elde avuçta ne varsa, evler, arsalar satıldı. Ancak dostlarıma yine el borcum kaldı. Ben SIFIR olmuştum. İş güç darmadağın olmuş, çökmüştüm.

Enis Behiç Koryürek Sokak’ta kiradayım. 2nci, 3ncü ay derken, yakıt parasını ödeyemez, kirayı veremez duruma düştüm. Kapıcı gelince eski makbuzu gösterip, bir yanlışlık var diyorum. Alı al, moru morum, idare edecek durumum kalmamıştı.

Şair Nedim Sokak’taki ofisi Emlak Kredi Bankası’ndan dolar kredisi ile almışım. Borcum her gün artar olmuştu, ödenemez duruma düşmüştü. Birer ikişer personel gidiyordu. Dostum rahmetli Yahya İnanıcı yanına çağırdı “Nadir, tekrar Bulgaristan’a dönelim. Benim işlerimi sen kontrol et, başına geç, 20.000.-$ borcunu her ay bir miktar sileyim, 1.000-2.000 lirada ücret vereyim” dedi. Yürüyerek

279

Bestekar’dan Şair Nedim Sokağa gelirken, arada bir arkama dönerek baktığım oldu, sırtımdaki “satılık” levhası duruyor mu, bakan var mı diye…

Ofiste terim soğudu, Kıyasettin diye bir çocuk var. O da yıkılmış, iki üç ay önce hınca hınç dolu olan ofiste ne müzik çalıyor, ne ayak sesi duyuluyordu. Bu karanlık koyu sessizlik telefon zili ile bozuldu. Telefonu kaldırdığımda Mehmet adlı bir dostum karşımda idi. İngiltere’den yeni gelmiş ve abisi Hasan’la çalışmaya başlamıştı. Ne yaptığımı biliyordu, ne de yıkıldığımızı duymuştu. “Nadir Abi, hiç İstanbul’a geliyor musunuz? Ben İngiltere’den döndüm, Sharon(karısı) ve çocuklarla birlikte döndük. Ağabeyimle çalışıyorum, seni görmek istiyorum saygı sevgi vs.” dediğini hatırlıyorum. Kelimeler uçuşuyor, anlamıyorum. Telefonu kapatınca ne dedi derken “Bizimle çalışır mısın?” “Birlikte çalışabilir miyiz?” cümlelerini geri çağırdım.

Birkaç gün sonra, sabah erken saatlerde İstanbul’dayım. Harem’de martı sesleri, , Eylül ayı olsa gerek, deniz kokusunu hızla ciğerlerime çektim. Rahmetli Yahya İnanıcı’nın ilk yumruğundan sonra “gel bizimle çalış” diyecek Hasan Abi’nin ikinci yumruğuna hazırdım. Duruşumu düzelttim. Benim Bulgaristan’da ve Azerbaycan’da milyon dolarlarla oynadığımı biliyorlar. Denizi seyrettim. Gemi ile karşıya geçtim. Sirkeci’de indim, yayan Karaköy’e gelerek vakit öldürdüm. Balmumcu’yu biliyorum.

Müstakil bir binadayım. Mehmet’in odasına yöneldim, Mehmet hemen ardımdan geldi. Sohbet eski İngiltere günleri, sarılma, öpüşme, hasret giderme derken, ağabeyimiz de ofise geldi, çatı katı onun ofisi, yanına çıktık.

Sohbet, siyaset, ticaret, iş üzerine sürdü. Mehmet müsaade istedi gitti. Hasan ile baş başa kaldık. Bir kere davranışı, tavrı, gülüşü bana çok olumlu gelmişti. Bir enerji oluşmuştu. Sanki senelerdir tanıdığım

280

“abim” gibi biri idi, sanki yıllar sonra görmüşüm de hasret gideriyoruz.

İngiltere dönüşüm İstanbul’da yine beni Mehmet karşılamıştı. Yanında Emniyet Müdür ile beni Gümrük Müdürünün odasında bekliyordu. İngiltere’de zor günlerinde 500 veya 1000 strelin verdiğim adam, bu kez beni karşılıyordu. Şaşırdım.

Duymuştum babası, Hasan abisi (veya ağabeyleri) İstanbul’un patronlarıydı. Babasıyla beni tanıştırdığında, onlara ne anlattı ise, “sen de bizim oğlumuzsun artık” demişti, İbrahim amca.

Bu kez abisi Hasan beni on sene sonra kucaklayarak karşılıyordu.

Mersin’deyiz. Ben, Hasan Abi ve Moldova Büyükelçisi Tudor

“Nadir Bey’ciğim, benimle çalış, senin gibi birine ihtiyacım var. Hemşehrim Mustafa Özsönmez de seni çok methetti, Mehmet’in zaten sana saygı ve sevgisi sonsuz. Nasıl yapalım?”

Ankara’da ailem, ofis, yokluk, kirayı ödeyemiyorum, yıkılmışım, anlaştık. Zaten anlaşmak için gelmiştim. Ofisin masrafını, İstanbul’da konaklamayı, yolculuğu,

281

hafta sonu Ankara’ya gidişleri ve bir miktar parayı belirledik.

Mersin Serbest Bölge’de firmanın tankları var, bölgeye ithalatımız ve Serbest Bölge’den satışlarımız benim işim. İşe severek koşuyorum. Çünkü Hasan Abi’ye hastayım, çok düz ve yürekli. Bana çok güveniyor, ben de onunla çalışmaktan çok gururluyum, çok itibarlı.

Gün oluyor, 7-8 takım elbise geliyor, “kendine 1-2 elbise seç” diyor. Gün oluyor “Nadir bunları Mustafa Keser Bey’e gönder” diyor. Mustafa Keser’i tanımıyorum. Bir akşam Boğaz Köprüsü’nün yakınında bir tavernadayız, Mustafa Keser’le yakından tanışıyorum. Keser konser sonrası masada Hasan Abi’nin yanında değil, kenarda benim yanımda oturuyor. Kendisi “bu çorbayı ben yaptım Hasan abi” diyor. Bu ilk akşam eğlencesini diğerleri izledi.

Seda Sayan’ı dinlemeye gideceğimizi söyledi. Ben ofiste 21- 22’ye kadar oyalandım çalıştım. Bir iki çocuk “koruma” beni araba ile aldılar, bir araba önümüzde bir araba arkamızda Hasan Abi’nin evine gittik. Bekledik geldi. Bir iki araba daha ilave edildi, yola düzüldük. Yolda iyi çalıştığımı, iyi iş yaptığımızı konuşuyoruz. Köprüden geçip gazinoya geldiğimizde öndeki arabalardan ikisi geliş ve bizim gidiş yolumuzu yola yan dönerek kesti, arkaya baktım iki arabada geliş ve gidişe yan durarak engel olmuşlar, biz ortalarında idik, arabadan inmemiz ile koşuşturmalar birden arttı. Ceketli çocuklar önde, arkada, yanda salona bir girişimiz var ki, ben yalnızca Hasan Abi’nin hafif gerisinde yürümeye dikkat ederek, hiç kimseyi görmeden onun oturduğu sahne kenarındaki masaya oturdum. 2-3 masa arka ve önde çocuklar oturuyor ama belli ki hepsi dolu. Konser başlamış Seda Sayan sahnede. Hasan abi sfenks gibi, ne alkış var, ne neşeli bir yüz. Ben de şekil değiştirdim. Seda Sayan bir

282

şarkı söyledi, Hasan Abi elini sadece iki kez çarparak alkışladı. Bana döndü “çiçek gelecek onları bir kaçını bize şarkı söylerken ayağına at” dedi. Kendi kendime “ulan işe bak, çiçeği bile vermeye tenezzül etmiyor, atmıyor, bana attırıyor” dedim. Seda Sayan selamladı, konser bitmeden toplam 6-7 şarkı dinledik, dinlemedik hemen kalktık ve ofise döndük. Bu nasıl bir show idi? Hasan abi, abi idi, tam not vermiştim.

Takip eden günlerde sıkça misafirlerimiz oluyordu. Bir seferinde birlikte otururken yanımıza mutfaktaki Antepli şişman aşçıyı çağırdı. “Misafirlerimiz var, bahçeyi düzenle 15-20 kişi olacağız” dedi.

Arka bahçede yuvarlak bir süs havuzu vardı. Kamelyanın yanında havuzun etrafına sandalyeler dizildi. Yirmi falan sandalye vardı. Hepsi aynı şekil, renk ve ebatta idi. Yemekler içeriye hazırlanmıştı.

“Haydi Nadir! Biz de aşağı inelim, misafirleri oraya alacağız” dedi, indik. Bahçede yuvarlak dizilmiş sandalyelerden yüzü binaya bakacak ve konukları görecek konumda sandalyeye oturdu. Ben yemek salonundayım. Camdan görüyorum, korumalar birer ikişer gidiyor, konuklarla dönüyor, konukların bir kısmı sağındaki, bir kısmı solundaki sandalyelere oturtuluyordu. Kısa bir konuşma oldu sağdakiler soldakiler ayağa kalktı öpüştüler, yemeğe geçtik. Hasan Abi’ye iltifatlardan ibaret sessiz bir yemek yenildi. Yukarı çıkalım dediğinde bana da işaret etti. İki konuk, ben ve Hasan Abi çatıdaki odaya çıktık.

“Beyler bu delikanlı benim dostum, yardımcım kahvemizi birlikte içelim” dedi. Koltuklara gömülürken Hasan Abi konuklardan birine “Anlatsana işin aslını” dediğinde, biri ayağa kalkıp “Abi, bizim çocuklar yanlış yapmış, takdir senin, iki kardeşimizi vurmuşlar, ikisi de yaralı” dedi. Diğeri de “Abi, bizim

283

çocuklarda hatalı, takdir senin” dediğinde Hasan abi “Öpüşün, barışın, oturun” dedi. Kahveler içildi. Konukları tanımasam da, ben kapıya kadar uğurladım. Racon kesildiğini anladım. Sonradan bu olayın birkaç gün önce oluşan iki grubun çatışması, 2 kişinin öldürülmesi, 5-6 kişinin yaralanması olduğunu, Hasan abinin onları barıştırmak istediğini, bunun için gazinoya gittiğimizi öğrendim.

İşte böyle olaylarla hayatım değişmiş, korumalar, silahlar, para, kırma, dökme günlük hayatımızın süsü olmuştu. Ben yine kravatlı eski müfettiş Nadir (gibi) idim, ama artık sıkıntıları unutmuş rahatlamıştım. Hem yeni yaşam, hem akşam çatı katına çağırarak “Nadir gel de bir iki kadeh içelim” sözü gecenin sonunda masanın üzerine bırakılan kalınca zarftaki, maaşımın dışındaki, dolarlar beni üzüntülerimden uzaklaştırıyordu.

Artık Azerbaycan’ı unutmuştum.

Bir gün “çok yorulduk, biraz eğlenelim Mersin’e gitsek, bir iki gün eğlensek” dediğinde, çok keyifli idi. Bana kardeş muamelesi yapıyordu, çok güveniyordu, sonradan öğrendim ki her yaptığımı, bir başkası ile teyit ettiriyor ve benim yalan söylemediğimi ve doğru yaptığımı görüyormuş, denemiş ki böyle davranmaya başlamış artık personeli değil arkadaşı, kardeşi gibi idim. Sıkıntıda olduğunda odasına yemek hazırlatıyor, beni çağırıyor, kafası karışıksa, akşam bir iki kadeh için yanına istiyordu.

Bir akşam belki ikinci belki üçüncü kadeh arkada kalmıştı. Bana unutmayacağım öğütünü verdi. “Nadir bir oyun oynuyorsan, ikinciyi hazırlama, oyunun içinde oyun olmaz” dedi. Bunu bir arkadaşı için söylemişti. İş arkadaşları ile birer ikişer tanıştırmaya başladı. Bana onlardan işler verdi, ciddi paralar kazandırdı.

284

Hep saygım ve sevgimden sağlam durdum. Müfettişlikten ayrıldığımda iş yaptıkça, para geldikçe ve pek çok ağabeylerim olmuş, ama oyun bitince hepsi kaybolmuştu. Hasan Abi ise, yok zamanımda, dar günlerimde bana gerçekten abi olmuştu.

Çocuklarının gözetimi, yönetimi sanki bende gibi idi; İki haşarı oğlan İbrahim ve Ahmet sözümden çıkmıyor, beni ağabeyleri gibi görüyordu. Harcadıkları parayı ben biliyor, ben muhasebeye ödeyin, geciktirin falan diyordum. İbrahim çok hovarda idi, her gece bir kadın, eğlence masraf hep onda idi. Bir sabah “Nadir abi, bir 20.000.-$ verdirebilir misin?” dediğinde gözlerim çıktı, “çok önemli abi, aşık oldum hediye alacağım” diye devam ettiğinde sordum “Abi, bir hatun ile beraberim, küçük bir hediye beğendi, söyle de bana 20.000.-$ versinler” dediğinde, “İbrahim kim oğlum bu kız? Ne hediyesi alacaksın?” demek gafletinde bulundum. 1995lerin en şöhretli mankeni imiş hatun. Tabi ki, patrona çıktım babadan isteyemiyorlar, anlattım. Bağırdı, çağırdı “Ulan para yok, iş yok kazanmıyoruz anlamıyorlar mı?” falan dedi sonra sordu, anlattım. Kızmış gibi ama ağzını hafifçe eğerek “bana söylememiş ol ve verdir” dedi. Her gün renk renkti.

Ceylan adında bir kız bana sekreterlik yapıyor, ancak İngilizce, Almanca yurtdışı bankacılık işlemlerini de takip ediyor. Şirketin petrol ve kimyasal madde ithalatı var, ben Mersin Serbest Bölge’deki depolarla ilgileniyorum. Gümrük müşavirimiz, acentamız, gümrük idaresi düzgün ve yasal işler yaptığımızı biliyor ve işlerimize yardımcı oluyorlar.

Bir gün ofiste koşuşturma ve telaş gözüme çarpıyor, Rusya’dan gelecek yedek parçalar için açılan akreditifte bir yanlışlık yapılmış, genel müdür, Hasan Bey’e çıkarak yanlışlığı sekreter Ceylan hanımın yaptığını söylüyor. %2 performans

285

bondu 75.000.$ olan bir akreditif, dev gibi bir iş. Kız ağlıyor, yanıma çağırdım. Hatayı genel müdürün yaptığını söyledi, olayı anlattı. Adını bile hafızamdan sildiğim Genel Müdür Hasan abinin yanında iken, ben de yanlarına gittim. Neden yalan söylediğini sordum ve “utanmıyor musun?” dedim. Cevap verdi, azarladım. Hasan Abi yanında olan olaydan biraz bozuldu. Bizden sonra işi araştırdı, benim haklı olduğumu gördü, bana güveni daha da arttı. Ancak, ağabeyinin yanında bu hareketim haklı da olsa, şık olmamıştı.

Ancak, bu olayda benim tansiyonum yükselince hastanelik oldum. Florance Nightangel Hastanesi aciline götürüldüm. İlaçlar, serumlar gece kendime geldim. Doktor, hemşireler geldiler, hastalığımın hikayesini, yakınlarımı sormaya başladılar. İstanbul’da kimse yoktu, bir tek amca oğlu Haldun’un telefonunu verebildim. Gece yarısı ağladım, ağladım.

Çok hoş gözüken bu yeni yaşamımda ne karım, ne çocuklarım yanımda vardı. Zor günlerimdeki tatsızlıklardan dolayı eşimden ayrı yaşıyordum. Bu olayları unuturum sanmıştım, oysa şimdi çok derinden kanıyordu. Kalabalığın içinde yapayalnızdım. Gündüz servisler arasında dolaşıyor, gece yalnız olduğumu anlıyordum.

Hastaneden çıkarken, diyetisyene gönderdiler. Genç bir kız “diyetisyenim” dedi. Kapıyı açınca beni hızla baştan aşağı süzdü, acır gibi dudağını süzdü. Gizliden bakışlarında ve yüzünde beni aşağılayan bir ifade sezdim. Derhal durum aldım ve saldırdım. “Hep siz kadınlar yüzünden oluyor” dedim. “Utanmazlar sizden nefret ediyorum vs” ekledim. Sandalyesini korkarak geriye çekti. “Siz salçalı köfte, karnıyarık, su böreği yapmasanız, ben böyle olur muyum” dedim. Diyetisyen tirtir titriyor. Bir adım daha atarsam zile basıp güvenlik çağıracak. Gülmeye başladım, o da

286

gülünce şaka yaptığımı anladı. Ancak beslenme bozukluğumuzun sebebinin anneler olduğunu söylediğimde “O halde birlikte bir diyet hazırlayalım” dedi. “Söyleyin bakalım! Meyve seviyor musunuz?” olumlu cevap üzerine neler yediğimi sordu. Ben de ne zaman, hangi mevsim diye soruyu genişlettiğimde “kış olsun” dedi. Ben de 5-10 mandalina, 3-4 portakal, 3-4 elma ve birkaç muzu, meyve tabağına korum, bir de meyve sepetim vardır, onu da bacağımın arasına alırım, koltuğa oturur, soymaya başlarım, eşime, çocuklarıma verip, onlar yedikten sonra gerisini de ben yerim” dediğimde; bunu akşam yemeğinden sonra mı yapıyorsunuz diye şaşırarak sordu. Ben öğünlerimi, yediklerimi anlattığımda, “ben size diyet vermeyeyim, yediklerinizi yarıya indirin yeter” demişti.

Çok tehlikeli ve hayati bir durumda bile şaka yapabildiğimi görmüştüm. Yaşam ve sağlık en önemli idi, diğer yaptıklarımız şaka gibi idi.

Bu kez çok çabuk karar verdim. Hastaneden çıktım, Ankara’ya döndüm, eşime derhal boşanmak istediğimi söyledim. Ölümden dönmüştüm. Kalan hayatımı böyle sürdüremezdim. Boşandım.

İstanbul’a döndüğümde Hasan Abi’ye yaptığımı anlattım. Hiç cevap vermedi. Akşam odasına çağırdı. Çocuklar için tavsiyelerde bulundu, “yeniden hayatını oluştur” dedi. Masaya bir zarf koydu. Otele döndüğümde cebimdeki zarfı açtım 20.000.$ koymuştu. Sabah Ankara ofisimi aradım. Bana küçük bir ev bulun dedim. Balgat’ta giriş katında çok küçük bir daireyi 21.000.$’a aldım. Hafta sonlarında çocuklarımla bu evde yaşamımı sürdürdüm.

Hasan Abi, iş hayatımdaki batışım sonrasında nasıl abim olmuşsa, bu kez de, ev hayatımdaki batışımda yine abim olarak karşımda idi.

287

Hasan Abi’ye hiç yanlış yapmadım. Yaşamım da baba ve annem dışında herkese yanlış yapmış, hataya düşmüş olabilirim, ancak bunların dışında hatasız duruşu bir tek Hasan abide gösterdim, çok özenli davrandım.

İşlerimiz yavaşlamıştı, depoları kiraya vermişti, benim görevim mi bitti bilmiyorum. Ayrılışımıza yakın bir Mersin gezisi düzenledi. Birlikte Mersin’in yolunu tuttuk.

Mersin Hilton’a 15-20 dostunu, eski çocukluk arkadaşlarını topladı. Ağır yemekler, eğlenceler düzenlendi. Bunları show için yapıyordu. 3.gün herkesi arabalara toplayıp dağ başında, ağaçların gölgesinde derenin kenarında gözlerden ırak bir piknik alanına geldiğimizde, benim gibi paçalarını sıvadı, çimlere yattı, derede oturup rakı içti, kardeş gibi idik, hiç abim olmamıştı, ama o gün abim gibi hep kendisine sarıldım. Bir kardeş gibi, yedik yedirdik, içtik, eğlendik, eğlendirdik. Meğer vedalaşıyormuşuz.

288

Hasan abi, artık işlerden yavaş yavaş uzaklaşıyordu, Amerika’ya gidip dönmüştü. Sekreteri Aydan hanım işten ayrılmış, evlenip güneye gitmişti.

İşlerden mi, sağlık mı, gönül işi mi bilmem, yavaş yavaş ağırlığını çekiyordu. Mehmet İngiltere’ye dönmüş, diğer kardeşi Bilal İspanya’da idi. Onlar yoksa bana da ihtiyacı kalmamıştı. Git diyemiyordu, bana asla git demezdi.

Bir gün bir adamın Ankara ofise geleceğini belirterek 10.000.- $ vermemi istemişti. Ben ofiste yokken adam gelince arkadaşlarda parayı aldığına dair kendisinden bir yazı istemişler, adam da imzalamıştı. Hasan abi bunu duyunca “Nadir bizi mahçup ettin, bu racona sığmaz” demişti. Sanırım çok sinirlenmiş, ancak yüzüme vurmamış, bu kadar söyleyebilmişti. Bu belki, işin cilası oldu.

Birbirimizden uzaklaştık. Bir Ankara’ya dönüşümden “işin varsa, Ankara’da biraz kal” dedi, bir başka Ankara’da olduğumda “Ben Amerika’ya gidiyorum” dedi, bir başka sefer de sekreteri “Hasan bey Çin’de” dedi.

Ben bayram, yılbaşı bahaneleriyle aradım, bulamadım. Aradım, bulamadım.

289

Comments are closed.