Galat’lar; isteseler Ege’de, Marmara’da boğazlarda kalabilirlerdi, ama onlar, Anadolu’nun bu yaylasını sevdiler.
Galatlar İç Anadolu’ya gelince, Gordion’u garnizon yaparak Ancyra’da, Tavion’da ve Pessinus’a birer kent oluşturdular.
Tapınak şehri Pessinus’tu bugünkü Sivrihisar yakınında Ballıhisar’dı hem de ticaretin merkezi idi. Yolun üstünde Gordion vardı, Eskişehir yolunda bugünkü Ballıca civarında 16 ncı km’de uzak kalesi ile Ancyra kenti vardı. Eyaletin diğer ucunda da Tavion kenti bulunuyordu.
Batıda Haymana’ya bir kale ile işe başlandı. Doğu’da da (Yozgat’ın doğusunda) Tavion’u geçince, Kerkenez Kalesi (Mithridation) inşa edildi. Kuzey batıda, Mürtet’de Peion kalesi (Kirmir çayı yanında), Beypazarında da bir kale yapıldı. Garbeus, Ankara’nın güneyinde Oğulbey’de idi. Krentos (Dikmen) kalesi, Sykeon, Kirmir Çayı tahirler mevkiinde inşa edildi. Polatlı ilçesinde, Şeyhali ve Beyovası köylerinde birer kale yapıldı. Sakarya vadisine de kaleler dizildi. Asarkaya, Hisartepe, Gerder, Asartepe, Kaletepe, Porsuk çayına da kaleler dizildi, Tizke, Gökçe- Ören, Taşlıkale, Akçaören, Karaören, Çanıllı ve diğerleri.
Şehirler böyle korunuyordu, ama Galatya eyaleti güneyde Pisidia bölgesinin kentleri olan Kilikia(tarsus), Kapadokia (kapadokya), Pamphylia (Antalya), Germanikapolis(Ermerek), Karalis (Beyşehir), Ninika (Mut), Seleukeia (Silifke), İkonion (Konya), Philomelion (Akşehir), Antiakhaia (Yalvaç), Laranda (Karaman), Sagalassos (Aglasun), Isaura (Bozkır) ile çevriliydi. Kuzeyde Paphlagonia bölgesinde ise, Gangra (Çankırı), Neoklaudiopolis (vezir köprü), pontus bölgesine sınır kentler ise Amaseia (amasya), İris (Gümenek köyü-tokat) Neokaisareia (Niksar) Sebasteia (Sivas), Zela (zile) Kerasos (Giresun) bulunuyordu.
Trokmeler de; Kapadokya’ya, Kilikya’ya, Tarsus’a kadar inmişlerdi. Persli din adamları, imanlı insanlar Mazda-Mithra’ya inananlar burada idi. Yarın Galatlar sayesinde Paulus’u misafir edeceklerdi.
Tektosağlar da, hakem gibi iki kardeş halkın arasında idi. Batı ve Kuzey batı da özgür ve doğaya aşık bir halk; güneyde ve güneydoğuda inançlı, imanlı dindarlar ve ortada ikisine kucak açan Sakarya Kızılırmak arasında, Tektosağlar.
Yıl M.Ö. 220’ler olmuştur. Roma mecburiyetten Galatları doğunun son eyaleti olarak kabul ediyordu, onun doğusu da persler idi.
Yerli halkın sevgilisi olan Galatlar, Romalıların korkusu idi. Ancak Romalılar onları yanlarında tutmalı idiler, anlaşmalı, birlikte hareket etmeli idi.
Keltlerin saf Pagan fikirleri yavaş yavaş kayboluyordu. Kybele, Kubebe, Roma’nın göz diktiği Kara İdol, Siyah Hanım, oğlu Ates, Atis, Kapadokia’nın Maguşları vs vs. Galatların kafalarını karma karışık hale getirmişti. Hele “hava gibi özgür” Frigya’lılar, Galat’ları iyice yumuşatmıştı.
Roma, artık Galatlarla baş edebilecekti. Yıl M.Ö. 150’ler olmuştur.
Galatlar 500 yıl Anadolu’da kültürlerini koruduğu halde; Anadolu şimdi çok karışık ve rengarenk idi. Ancyra’da ay tanrısı Men ve Kybele kültü, Artemis kültü, Komana’da Ma kültü, Tavian’da Zeus kültü, Mısır’ın İsis ve Sarapis kültü, Roma kolonilerinde Hades ve Sarapis kültü, Suriye’den eski Sümer’in İsura ve Demeter kültü, Roma’nın Augustos’la başlayan ölümden sonra azizlik mertebesi, Yahudiler, daha sonra Hıristiyanlar, Persler, Helenler, Sasaniler, Türkler karıştılar gittiler.
Ankyra’lı Galat kadınları artık Artemis rahibeleri oluyor, druid rahipler Maguş kurallarına uyuyorlardı. Tıpkı ileride Paulus’un anlattıklarına da inanıp Hıristiyan olacakları gibi.
Galatlar önceden de maddesel olmayan mitoslara, gizlediklerine manevi gerçeklere yatkın ve yakın idiler, Tanrısallığın bölünmez, derin evrensel görünümünü küçülten suretler, heykeller, şekillerden nefret ederlerdi. Onlar su, ağaç, dağ, gök, yıldırımı Tanrıya doğru bir atılım olarak görürlerdi. Tıpkı ileride Anadolu’ya gelecek olan yeni Müslüman olmuş, Şaman Türklere yaklaşıp, hemen ısınacakları gibi. Onlar için yüzeyde kalan işaretler, şekiller çok önemli değildi, kutsal da onların elleri arasında idi. İşte bu nedenle Galat yaylasında Sakarya-Kızılırmak arasında ileride bu inanç şeklinden dolayı çeşitli din serüvenleri ortaya çıkacaktı. Tıpkı daha önceki Kybele, Artemis, Mithra, Astorte tapımları inançları gibi, ileride Hıristiyanlık Yahudi-Hıristiyanlık, Müslümanlık, Alevilik, Bektaşilik, Mevlevilik böylece sıraya girecekti.
Bu kadar kalabalığa M.Ö.150’lerde bir de Yahudiler Anadolu’ya geliyordu, Bunlar nereden çıkmıştı? Anadolu’ya neden geliyorlardı? Kudüs’ü, İskenderiye’yi bırakıp, Anadolu’ya Galat’ların yanına niye geliyorlardı?
Yahudiler de, “Gilgal” denilen çember şeklinde dizilmiş taşlarla Tanrıya şükranlarını sunarlar, Tanrıya yalvarmak için yüksek yerlere çıkarlardı. Bir meşe ağaç veya terebentin (Elan, Allah) ağacı altında dua ederlerdi. “El” veya “Al” doğa güçlerinin yaratıcı tanrısı “Elahim” in kısası idi, tıpkı Sümerlilerin “El”i gibi, sonsuz büyük ve saf, tek tanrıyı ifade ediyordu.
Yahudiler, Romalıların izniyle kolaylıkla zamanın en büyük şehri Tarsus’a yerleşmeye, zenginleşmeye, çoğalmaya başladılar. Zaten İskender’in ordusunda paralı asker olan Yahudiler, Anadolu’yu biliyor, Frigya ve Lydia’da kendilerine topraklar bağışlanıyordu, yıl M.Ö. 100 olmuştu.
Bu arada Asya steplerinden Persler, Türkler ve Hunlar da; Pers yaylasından Anadolu’ya giriyorlardı.
M.Ö. 278 de başlayan Galatların Batı’dan Anadolu’ya yolculuğu M.Ö. 129’da Part’lar ve Perslerle durmuştu, bu yolculuk Sakarya – Kızılırmak arasında sona ermişti. İleride bir gün, M.S. 1400’lerde bu kez Galatlar buradan, Anadolu’dan, Batı’ya tekrar Avrupa’ya geri dönüş yapacaklardı.
Kuzey’de Sinope, Amisos(Samsun), Trapezos (Trabzon) Kerasos (Giresun Türkçeye kiraz olarak geçecek) illeri, güneyde de Kappadokia ile komşu kalmışlardı.
Doğudan Persler gelirken, batıda da Romalılarla uğraşıyorlardı. M.Ö.87’de Romalılar eğlenceler sırasında haince Galatların reislerini öldürdüler. Kurtulan Dejatorix Galatları ayaklandırdı. Roma ve Pontus ile kurtuluş için savaştılar. Anadolu’daki her krallık Romaya bağlıydı, yalnızca Galatlar bağımsızdı.
Antiacnos’tan (M.Ö. 167) sonra, bu kez Romalılar Kudüs’e girdiler. Mabedin kutsal kutsalına girdiler, yakıp yıktılar, M.Ö. 63 olmuştu. Bu işgalde Galatlar yine orada idi, Romalılar ile birlikte idiler. Ama Cicero Romalılarla Galatları dost yaptı. Böylece sessizce Laodikeia (Denizli/Eskihisar) Apameia (Dinar), İconium (Konya), Girme (Burdur) üzerinden arkalarını sağlamlaştırarak Tarsus’a indi.
Roma, güneyi sağlam tutmak istiyordu. Bu kez Yahudilere, vergiden muafiyet, askerlikten muafiyet, Roma vatandaşlığı vererek, Ephesos (Efes) Bergama, Miletos (Muğla) Sordes (Manisa) Antiachia (Antakya) Pisidia (Isparta/Yalvaç) Kilikia (Tarsus) da Yahudilerin yayılmalarına yardımcı oldular.
Yahudi Hıristiyan Aziz Paulus’ta Tarsuslu Roma vatandaşı olmuştu. Önce Romalılara Hıristiyanlığı anlatacaktı, olmayınca Galatları kandıracaktı.
Anadolu rengarenk olmuştu. Ortalıkta Frigler, Yahudiler, Keltler, Maguşların kehanetleri dolanıp duruyordu. Her çeşit gizli dinler ortalıkta idi. Bunlara Mısır İsis tapımı da eklenince, tanrılar karıştı, herkes bir dine sarıldı. Roma’nın köleleri çoğunluğu oluşturuyordu. Anadolu halkı sefalet içinde idi. Orduda olanlar, askerliğin erdemli görünüşüyle övünürken, onların dışındaki diğerleri ise yeni “bir kurtuluş vaad edenlere” doğru yöneliyordu. İnsanlar arayış içinde idiler, dinlerin gizemli yanları, hastaları iyileştirme yetenekleri, kahinlerin kehanetleri, herkesin kafası iyice karışmıştı. Kozmopolit Roma kentleri yabancı düşünce ile tanışıyor, kendi düşünüşlerini sorguluyor, hoşnutsuzluk doruklara çıkıyordu. Umutlarını yitirmişlerin kişisel sorunları siyasal ve toplumsal yön bunalımına dönüşüyor, mutlak olanın, en yücenin bilgisine erişmek arzusu da buna eklenince arayış daha da artıyordu. Gözler Paulus, Yohanna’ya çevrilmişti.
Bu arada İ.Ö. 4. yüzyıldan bu yana yaygınlaşan orpheus tapınması da günahın bağışlanması ve ölümden sonraki yaşam gibi kavramlar ortaya çıkarmıştı. Bir de İ.Ö. İkinci yüzyılda Osiris tapınması buna eklenince Anadolu’nun kafası iyice karıştı. Hele Mithras tapınması yalın ahlak ve erkekler arasında yardımlaşmayı ortaya atınca, inançların hiçbiri Roma dünyasının inanç gereksinimini karşılayamaz oldu.
Daha yalın anlaşılacak, çok kolay, iyilik ideali etrafında olmanın yeterli olduğu, alçak gönüllü ve dostluğa dayalı bir kurtuluşa erme ile sınırlı basit bir inanç sistemi, Yahudi Hıristiyan Paulus tarafından anlatılıyordu.
Hem Latinlerin, hem de yabancıların tanrılarını bir araya alan bir düzen kurulmalı idi. Roma İmparatorları rahipleri onurlandırdı. Devlet görevlisi gibi yaptı, Tanrıların aralarındaki barışını böylece rahiplerle sağlayacaktı, Papalığın temelleri atılıyordu. M.Ö. yıl 12 olmuştu. Augustus bir kararname çıkardı. Ankara’da büyük rahip PONTİFEX MAXİMUS’u yarattı. Ona biat etmeyen, düzene girmeyen her dini, din dışı ilan edildi.
Roma tüm eski tapınmalara inananları aşağılamak için bir kelime buldu “pagan”. Paganus yani köylü yani ahmak köylü, böylece şehirdekilerin inançları farklı kılınacaktı. Mısırların dini yasaklandı. Druidler kelt rahipleri çok etkili ve güçlü idi. Galatlara bir özel statü yarattılar, Druidler yasaklanmadı ancak Romalıların bu dine girmelerini yasakladılar. Galatlar bu gelişimlere ses çıkarmadı. Bu kez Yahudiler Romalılarla karşı karşıya kaldılar. Ancak onların tarif edilmeyen Belen tanrısı zamanla Apollon oluverdi, LUG’da Merkür oldu. Hanımlar perileri de bölgesel Kibele, Yahudilerin çekiçli tanrısı da, Jüpiter oluverdi.
Her yer, her şey birbiri içine geçmişti. Törenler, sözler, emirler, bir işe yaramıyordu, halk mutsuz idi, yeni bir Tanrı’dan umut bekliyorlardı.
Bu karmaşada Romalılar, imparatorlukta dinler düzeni kurmak istiyor, halk da kendi inandığına sahip çıkmaya çalışıyordu.
Yeni Ahit’te; İsa’dan sonra ikinci büyük kişilik olan Paulus, bu boşluğu görerek kolları sıvadı. Birinci işi insanları eski dininden döndürecek, Yahudilere ait olan Hıristiyanlık dinini herkese açacak ve kiliseler zinciri kuracaktı.
“Paulus” denilen bu Yahudi’nin adı SAUL idi, Tarsuslu iyi bir ailenin çocuğu idi ve Latince adı PAUL yani PAULOS oldu, İ.S. 32-37 yılları arasında Yahudilikten dönmüştü. Roma kentlerinde yaşayan iyi örgütlü Yahudi halkına da yol göstermek istiyordu. İki Yahudi Paulus ve Barnabas Tarsus’tan başlayan yolculuklarına M.S. 45de başladılar. Kıbrıs, Antalya derken, Anadolu yaylasına Pisidia (Yalvaç/Isparta) vardılar. Buraya Tarla kuşu denilen ALAUDA Leqionları Romalı askerler ile Galatlılar yerleşmişti. Galatlı memurlar da çiftçilerle karışmışlardı, Romalıların Tarsus’ta ve Antakya’da verdikleri imtiyazlara sahip Roma vatandaşı olmuş bu Yahudiler’de burada yaşamakta idiler. Yahudiler tek Tanrı dinine inananlarla birlikte ibadet ederlerdi. Paulus, Hazreti İsa’nın öldükten sonra Allah tarafından tekrar canlandırıldığını, kendisinin bunu gördüğünü ve kendisine görev verildiğini söylemeye başladı. Onun her söylediği, sanki Hz. İsa’nın sözü gibi, sanki Tanrının emri gibi olmaya başladı. Galatlar kendileri için de bilinmez ve görünmez olan tanrının sözleri sanarak, bu sözlere inanır oldular ve onun etrafında toplanmaya başladılar. Ama Yahudiler, Romalılar ile birlikte olup Paulus ve Barnabas’ı tekme tokat şehirden kovarlar.
Paulus ve Barnabas, Iconium (Konya) ya gelirler, çamurdan resmedilmiş insanlar diyarına, burada da önemli bir Yahudi cemaati bulunmaktaydı. Paulus inananlarla inanmayanlar diye şehir ikiye bölününce, buradan da tekme tokat atıldı.
Sırada Lystra (Hatunsaray) vardır oradan da kovulurlar. Dört yıl sonra M.S. 49’da Antakya’ya tekrar geri dönerler. Markos’ta artık yanlarında değildi.
Paulus bu kez 2.yolculuğuna çıkacaktı, bu kez Barnabas da yanında değildi. İkinci yolculuğunda, konuşmamızın başında söylediğimiz gibi Galatları Paulus’u çok iyi karşılayacak. Bu coşkun, gerçek kıvanca açık ve özgür insanlar, diğer inananlardan farklı olarak onu sahipleneceklerdi. İnsana değer verilmesine ön ayak oldular. Çünkü Paulus tüm galatlara göre konuşuyordu! “Siz bunu putlara tapanlardan daha iyi anlamıştınız. Siz göğün, her şeyin üstünde olduğunu biliyordunuz. Gökyüzünden başka hiçbir şeyden korkmamakta haklıydınız. Çünkü tanrımız gökyüzündedir” diyordu, tıpkı onların dağlar, ormanlar, ay, güneş ve gökyüzünü anlatışları gibi. Onların savaşta her yanlarından kan akması, yara bere içinde ölüme gitmek arzuları gibi çarmıhtaki İsa’yı anlatıyordu. İsa, kıpkırmızı delik deşik vücudu ve yaraları ile tam onların istedikleri gibi idi. Toplumun ve ailelerinin selameti için kendilerini feda etmek arzuları, çılgın gibi, delicesine kendilerini harcamaları da, İsa ve havarilerinin yaptıklarına benziyordu.
Ancak Paulus, Yahudilere çok kızgındı ve onlara şöyle dedi; “Tanrının sözünün ilkin sizlere bildirilmesi gerekiyordu, am onu bir yana ittiğiniz ve kendinizi sonsuz yaşama yaraşır saymadığınız için, işte uluslara yöneliyoruz.” Galatlar yürekten bağlandı, Paulus yolculuğuna devam edebilirdi. Galatlar’ın işi tamamdı. Paulus ve arkadaşları Makedonya ve Balkanlarda “İsa’nın dirilişini” anlatınca, Atina’da kahkahalarla karşılaştılar. “Ölülerin dirilmesi” tuhaftı. Dünya nimetleri, güzel yemekler, kadınlar, erkekler, yatıp kalkmalar, ince düşünsel sohbetler, gerçek olan bu dünya idi, Atinalılar gülüp geçtiler. Ama cahil halk, fakirler, hırsızlar, fahişeler, köleler; tüm Roma, Hıristiyanlığa kucak açacaktı.
Barnabas ve Markos Kıbrıs’ta, Paulus Timateos ve sevgili doktor Luka Roma’da idiler. Efes’te de Yohanna çalışıyordu, hem o daha akıllı idi, Anadolu’nun kadın soyunun yüceltilmesi arzusuna da cevap bulmuştu, Kudüs’ten gelirken yanında Kutsal Bakire’yi (Meryem) de getirmişti.
Ancak Hıristiyan için bu dünya yaşamı değil, öbür dünya, kıyamet günü, ölmüş bir adama tapınma, esas ise; bunun anlamı, yani Hıristiyanlık; Romalılar için, “insanın düşmanı” demekti.
Hele 15 Ağustos 64 yılındaki Roma’daki yangına Hıristiyanlar’ın sebep olduğu gösterilince, Romalılar, ne Paulus’u ne de Petrus demeden, Hıristiyanların tamamını yok ettiler.
Ama (1 Temmuz 69) Roma Hıristiyanlarla uğraşamaz durumda kaldı.
Bu arada Parth’lar da Anadolu’ya girdiler. Sanki Galatlar da Hıristiyanları burada himayelerine almışlardı, yıllar 92’ye geldi.
Matta’nın İncili Aramice idi, yazılı değildi. O günlerde ortalıkta ne Lukas, ne Markus’un İncillerin adı dolaşıyordu.
Bergama’da, İzmir’de, “Ephesos’un ihtiyarı” adı ile bilinen Jean veya Johannes veya Yohanna veya Yahya; kendi İncil’ini yazmaya başladı. İlk okuyanlar yine Yaylalardaki Galatlardı. Paulus’u hatırladılar, elden ele Anadolu’ya yaydılar.
Ancak Hıristiyanlar “kanlı bir hayvanın üstüne binmiş fahişeler anası” diye Kybele ile alay edecek cürete ulaştıklarında, bütün iyi gelişmelere rağmen pek çok yerde binlerce Hıristiyan öldürüldü.
Anadolu yine karıştı gitti!
Onlar artık Galatlar değil Anadolu’lulardır.