Kayseri’de Poli firmasında genel müdür, genel koordinatör, danışman vs. ünvanlarla 1999 yılında çalışmaktayım. Sunta da Türkiye’nin en büyüğü ve mobilyada İstikbal ile yarışıyoruz. İmalatın ve pazarlamada genç bir adam var, İpek Mobilya’dan geçme, şirketi örgütlüyor, bayilikler veriyor, benim ASEL’den dostlarıma da Ankara Bölge bayiliğini vermişler. Bolu, Eskişehir, Konya, Kırıkkale, Çorum, Çankırı, Kastamonu gibi İç Anadolu illerini çocuklar talan ediyorlar. Ben ayrıca bölgenin ortağıyım. Zafer Süer diye bir pazarlamacı var ki, elini bıraksan, seni ayakta pazarlar. Ben Kayseri, Ankara arası koşuşturmaktayım. Merkezde ihracatı artırmaya çalışıyorum. Şirket İsrail, Tunus, Cezayir’e ihracat yapıyor. Televizyon, radyo reklamları, gazete ve dergi broşürleri ile tanıtım çok hızlı. Patron akıllı bir adam ancak parayı görünce hedefe kitleniyor ve doğabilecek engelleri göremiyor, bankalardan krediler alınıyor, büyüyor, büyüyor ancak kredileri geri ödemiyor. “Kıyamet kopacak” diyoruz, dinlemiyor. Bankalar haciz, icra derken sıkıntılar büyüdü, tabi patron yeni arsa ve binalar alıyor. Buna karşın işçiye, bankaya asla ödeme yapmıyor. Patrona dokunan bir şey yok. Piyasa Köseoğlu’nun gücünü biliyor, ancak battı, batıyor.
O günlerde Konya’da Mobella markası ile Endüstri Holding piyasaya çok hızlı giriş yapıyor. Mobilya üretiminde hem İstikbali, hem Poli’yi sallayacak durumda. Konya Organize Sanayi Bölgesi’nde müthiş bir tesis kurmuşlar. Onlar da piyasayı ve tabi bizleri kokluyorlar.
İstanbul’dan çok değer verdiğim bir dostum Endüstri Holding’in hukuk müşaviri Ayşe Hanım’ın beni arayacağını, görüşmemi rica etti. İstanbul Barosu’nun demokrat lider
345
avukatlarından olan Bahri’ye “kardeş, bu adamlar camilerde topladıkları paralar ile iş yapıyorlarmış, beni bu işlere sokma, inancımızı bozma” dedim. “Bana senin bildiğin, duyduğun gibi değil, Ayşe Hanım’a da inan, lütfen bir kez dinle” dediğinde “olur” dedim.
Ayşe Hanım’la tanıştık, hem mobilya üretimi, hem de fayans fabrikası ithalatında yardıma ihtiyaçları olduğunu öğrendim. Poli’de çalıştığımı ve iyi maaş aldığımı biliyorlar. (Maaş iyi ama ödemeler son birkaç aydır iyi değil, bunu bilmiyorlar)
Konya’ya gittim. 10-12 katlı müthiş bir bina, Ayşe Hanım sohbet sonrasında “yönetim kurulu sizi bekliyor” dedi. Bir kata alındım. 8-10 kişilik bir oval masa üzerinde sigara, çay, kurabiyeler bulunuyor, hatırladığım kadarı ile 5 kişi masaya dağılmışlar. Ben de boş bir yere oturdum, kağıt ve kalem istedim! İçlerinden biri getirilen kağıtlardan bir tane aldı, diğerleri kağıt kalem almadılar. İçimden “dandik adamlar” dedim.
Bana İtalya’dan bir fayans fabrikası getirmek istediklerini, fabrikanın söküldüğünü, 40 konteynerda küçük parçaların hazır olduğunu, 60-70 açık TIR yükü büyük parçaların da limanda beklediğini, ancak yatırım teşvik belgesinde bazı sıkıntılar olduğunu anlattılar.
Yapılacak işleri anlatmaya çalıştım. Adamlardan biri aldığı kağıda yuvarlak çiziyor, içini tarıyor, yanına yıldız yapıyor, biri parmağını çorabının içine sokup karıştırıyor. Biri kolunu masaya dayamış, başını avucunda taşıtıyor, uyudu uyuyacak. Beni dinleyen yok. Birden “beyler siz beni niye dinlemiyorsunuz? Bu işi biliyorsanız beni niye çağırdınız? Bilmiyorsanız neden sormuyor, dinlemiyorsunuz?” dedim. Şaşırdılar. Kimin yönetim kurulu başkanı olduğunu bilmiyorum. Ayşe hanım “Mehmet bey
346
çok akıllıdır, siz konuyu anlatın” demişti, ama hangisi Mehmet, hangisi başkan bilmediğimden sinirlendim. “Beyler bana müsaade” dedim, odayı terk ettim. Adamlar milyon mark ve dolarla oynuyorlar, bu hareketi çok yadırgadılar. Odadan koridora, koridordan giriş katına geldim, tam çıkış kapısına elimi uzattım iki güvenlik görevlisi yolumu kesti. “Efendim lütfen çıkmayın, Mehmet Bey sizi rica ediyor” dediler. “Hayır kardeşim ben biraz önce görüştüm, gerekmez” dedim. “Efendim, çatı katında odasında sizi bekliyor” dediklerinde, beşinci kattaki odanın yönetim odası, çatı katındaki odanın da başkanın odası olduğunu anladım. Asansöre bindik. Bu kez 9.kata çıktık, asansörden indik, başka koridorda başka asansöre bindik, kapı açılınca karşıdaki kapı da açıldı, sekreter hanım beni karşıladı, süslü bir kapıyı çaldı, açtı, içeri buyur etti.
Karşımda 20 metreye 35-40 metrelik bir oda, holding binasının çatı katı. Odanın bir ucunda ağaçlar, süs havuzları, onların üzerindeki tavan camdan ve açılıyor. Birkaç koltuk takımından sonra çok uzakta bir masada topluca bir adam oturuyor. Kalktı bana doğru yürürken ben de ona doğru yürüdüm, ortada buluştuk.
Beklenmedik bir şekilde bana sarıldı. “Helal olsun Nadir Abi” diyerek beni kendine çekti ve öptü. Ben 45’in üzerindeyim o da ancak 40’ında falan. “Abi hoş geldin, ne güzel yaptın salaklara” dediğinde kamera ile Başkan Mehmet Bey’in yönetim kurulunu izlediğini hemen anladım.
“Abi, ben anlatayım Vesta firması şöyle, böyle” vs. vs. sonra “Abi, Poli’de çok başarılısın, biz Mobella’da seni yanımızda görmek isteriz” vs.vs.
Güldüm, anlattığına bakılırsa, Almanya ve Hollanda’da hem ülkücülerden, hem de camilerden borç para toplamış,
347
Almancılara “Kar Ortaklığı” teklif etmiş, paralarını almış, bu para ile büyük yatırımlar yapmıştı. İlerde paralar geri ödenmeyince Almancılar, paralarının geri ödenmesini ve mağduriyetlerinin giderilmesini istediklerinde, Başbakanımız “bana mı sordunuz?” deyiverecekti.
Çok akıllı bir adamdı. “Abi, bu teşvik belgesini çıkarabilir misin?” dediğinde “evet” dedim. “Ne istiyorsun?” “Ben pahalıyım, biliyorsun Poli’de çalışıyorum” “Abi ne istiyorsun?” Ben Poli’den 3.000.-$’a yakın para, araba ve masraflarımı alıyorum ama 10.000.- $ istemeyi düşündüm. Kabul etmesin diye de “20.000.-$” dedim. Yerinden kalktı ve “tamam abi anlaştık” dedi, elini uzattı, ben de boşta bulundum, elimi uzatıyordum ki, hemen geri çektim.
“Ne oldu abi?” “Bak! Mehmet Bey sen çok akıllı adamsın, bu işin beş altı ay süreceğini biliyorsun, kafanda hesapladın, Nadir abi altı ayda 120.000.-$ alır, iş bitince de şutlarım diye düşündün, değil mi?” dedim.
Dayanamadı. “Abi, tam aradığım adamsın, aynen öyle düşündüm, ne olur benimle çalış” demesin mi? Öylece kaldım. Yüzümü bir gülümseme aldı “tamam değil mi abi” dediğinde “tamam” dedim.
120.000.-$’a evet demiştim ve tüm ödemeler, harcamalar ona ait olacaktı. 16.000.000 Mark değerinde seramik fayans fabrikasının ithalatı yapıldığında anlaştığımız bir miktar parayı da iş bitince ödeyecekti.
“Abi, yalnız benimle ve Ayşe hanımla görüşeceksin. Dosyaları sana teslim edelim, vekaletnamede vereyim, hayırlı olsun” dedi.
İşe başladık, yatırım Teşvik Belgesi’ni hazırlıyoruz, faturalar listeler yerli yabancı eşyalar, kapasite raporu, uzmanlar ve genel müdür yardımcısı arkadaşım ile genel müdür dostumun önüne
348
geldik. “İlk önce Nadir’ciğim faturanın konsolosluk tasdiki yok dediler, sonra tercümesini istediler, sonra tercümesinin tasdikini aradılar, her biri işleme 15-20 gün geçiyor, artık belgeyi alacağız derken, ilkinde genel müdür yurt dışında, bir sonra “Nadir’ciğim bu firma ile bağlantın ne?” denilince rahatsız oldum, “kardeş bizim eksiğimiz ne? Nerede yanlış olmuş?” dediğimde, “bu belge çıkmaz” dedi. Şaşırdım! “Nasıl ya?” diyebildim.Genel Müdür de; “Bu işlem yeşil sermayenin para aklama işi, takipteler, sen bu işi bırak” deyiverdi, kaldım. Hakikaten Kombassan battı, batıyor laflar var. Onların başındaki adam tam bir şarlatan. Gazeteler onlardan söz ediyor. Almanya’da Almancılar ağlaşıyor.
Durumu Mehmet bey’e aktardım, detayını söyleyemedim, senin iznin verilmeyecek diyemedim, “devam ediyor” dedim. O da paranın yeşili veya mavisini bilmezliğinden “Abi, İttifak Holding’in de Gümrük’te bir iş var” dediğinde zaten belgeyi alamadık, olmaz diyemedim. Holding’e gittim, kapıdan girdim hem erkek, hem kadınlar bej renk pantolon giymişler, üstlerinde yanları yırtmaçlı uzun gömlekleri var, tıpkı daha meşhur olmamış Talibanlar gibi, girmeden dışarı çıktım. Artık yazının reddedilmesini bekliyorum, bizim büyük beklentilerimiz hayal oldu, tekrar Poli’ye yanaştık.
Birkaç ay geçmedi ki, Başkan lakaplı Mehmet bey önce kaçaklara karıştı, sonra tutukluluklar, Mobella’nın makinaları haciz, icra derken, tesis talan edildi. Bir plastik sulama borusu yapan fabrikaları vardı, çalışırken gördüğümde Türkiye’de böyle üretim yapıldığında çok gururlanmıştım, o da talan edilince, göz yaşlarımı tutamadım. Para yanlış ellerde olabilirdi, ama yapılan her yatırım bu ülkenin malı idi.
O günler küçük paraların din, vatan, millet diye toplanarak büyük işlerin yapılabileceğinin ilk denemeleriydi. Bazı uyanıklar
349
ilk duygu selinden kütükleri topladılar, yediler, içtiler. Ancak büyük tecrübe ve bilgi sahibi oldular. Zamanla ciddi ve ağır ağabeyler devreye girdi, siyasi onay aldılar. Küçük küçük değil, güvence ve garanti altında büyük sayılacak Anadolu’nun iri iri paraları bazılarına teslim edilmeye başlandı. Hem ekonomiyi, hem siyasi iktidarı ele geçirdiler. Endüstri Holding, Kombassan ve benzerleri tarihsel görevlerini yaparak tarihin çöplüğüne atıldılar, ama bugünkülerin temelleri atılmış oldu.
Ben çöplüğü karıştırdım ki; para ne millet, ne dil, ne din, ne eğitim arıyor, para çağrıldığı yere giden uysal bir çocuk gibi… Bakalım yarın bizleri ne ile kandıracaklar, nereye çağıracaklar…
350