Boksör

İstanbul yolcusuyum, uçak, araba uymadı. 05:30 otobüsü beni bekliyor. 04:30’da evden ayrıldım, beş dakika, on dakika daha uyusam uyuyacağım. Sevgili eşim de dönüşte uyusun diye 04:50 AŞTİ’deyim, salonda dolaşıyorum. Yazıhanelerde soluk ışıklar, başı masanın üzerinde kolunu yastık yapıp uyuklayanlar, sessizliği bozan bir iki çığırtkan dışında, duvara dayanmış uyuklayan başlar.

Google Memet

Tekneye adım atar atmaz beni karşılayan mürettebatın önünde küçük bir çocuk valizimi almaya çalışıyor. “Abi, çantayı alıyam mı?” diyor. Bozburun’a özel aksanı hemen belli oluyor. Ben vermeyince, diğer yolculara ulaşıyor, valizleri taşıyor, güvertenin kenarından koşup, burna geçiyor, sonra halatı topluyor. “Memet Can” diyorlar, bu kez mutfağa koşuyor, “Memet Can” diyorlar güverteyi yıkıyor, Dayısının gemisine, tuzlu su değiyor, diye ardından ahşap ve nikalajları parlatıp, cilalıyor, oradan oraya koşturuyor.

Konya’da Cuma

İleride benim Bulgaristan’da çok güçlü olacağım, itibar ve zenginliğimin sebebi olacak TUZ ile ilgili bir soruşturma yapıyorum. Konya’da zamanın en sükseli, popüler, magazinden düşmeyen bir adamın ihracatını inceleyeceğim. Erken saatte mesaiden önce Konya Gümrük Müdürlüğü’ne geldim. Alaattin Tepesi’nin 300-500 metre yakınında bir apartman katında kapı duvar, muhafaza memuru, nöbet vs. yok.

Kooperatifçi

1989 yaz sonu, çok yoğun bir çalışma içindeyim. Hayali ihracat soruşturmam bayağı ilerlemiş, masanın üstü, koltukların üstü derken; beyannameler dolapların üstünden , bu kez yerlere taşmıştı. Odanın içinde küçük bir koridor oluşmuştu, masama ulaşmak için, misafir için yalnızca önümdeki koltuğun üstü boş kalmıştı, ikinci veya üçüncü kişi yakın arkadaş ve dost ise koltukların kollarına oturuyordu. Çok önemli biri gelince de yakın koltukların üstündekiler, bir diğerine geçici aktarılıyordu. Alışmıştım, bütün Türkiye’nin gümrüklerinde grup grup dosyalarla, belgelerle oturuyordum, her gelen yeni bilgi, hemen ilgili dosyaya kolayca eklenebiliyor, koltukların üzerine veya yerlere yerleştiriliyordu.