Kıbrıs’a gelip gidiyorum, Mülkiyeli ağabeyler ve arkadaşlarımla oluyorum. Birkaç ay olmuş, Kıbrıs Türk Havayolları’nın ikisi uçan, ikisi uçamayan, artık ekonomik ömrünü doldurmuş dört adet uçağını almış ve Libya’nın Burak Air firmasına satmıştık. O günlerden biri idi, uçağın hurdasını kaldır, Ercan Havaalanı’nın kapanmasıyla, Geçitkale Havaalanı’nın kullanılması, genişletilmesi, özelleştirilmesi derken, haftada iki-üç gün Kıbrıs’tayım.
Rahmetli İsmet Kotak (KKTC Maliye eski bakanı, mülkiyeli, havacılığa gönül vermiş biri) ağabeyimiz Geçitkale ile ilgileniyor, İsrail’den firmaların biri gidiyor, biri geliyor. Benim uçakları sattığımı, bu işi becerdiğimi görüyor ya, beni bu işten anlar sanıyor. Oysa Bülent Gürel ve Mustafa Erbaş diye askerlikten ayrılma, pilot, paralı iki arkadaşım ile bu işi becerdiğimi gözleyemiyor.(Yabana atmamak gerekir, benim işleri nasıl kotardığımı da görüyor hani!) Tabii ki, sıradan işler olmuyor. 10 sene önce Bulgaristan, Kıbrıs, Rusya arasında ithalat-ihracat yapmamı Mustafa Uzun ağabeyimiz tanık olarak, dillendirerek, tatlandırarak anlatıyor. (Beni sevdiği için de yapıyor) Keza, uçak işini de Türkiye üzerinden benim hallettiğimin de yakın tanığı.
Mustafa Uzun, bir gün “Geçitkale ile ilgili olarak, Asil Nadir Bey’le görüşür müsün? O da bu konuya ilgi gösteriyor” dediğinde, “İsmet Abi” dememe kalmadan “pek sevmez” cevabını verdi. Ben de Asil Bey’e hayranım. “Bu işten bir şey çıkmasa da tanışmayı çok isterim” dedim.
Asil Nadir Bey, o zamanlar (2002 yılı sonu olmalı) Ticaret ve Sanayi Bakanlığı’nın yanında 7-8 katlı büyükçe bir binada oturuyor. Eski görkemine uygun ama, birkaç katı boş, çoğunlukla güvenlikçilerin yayıldığı bir bina. Kendisi ve sekreteryası bir katta, alt katta ona bağlı dürüst ve düzgün bir ekip yer alıyor.
367
Beni birkaç küçük büyük masanın olduğu çalışma ortamına aldılar. Mustafa Uzun ve ben salon ortasındaki koltuklara yerleştik. Kapı açılarak içeri güler yüzlü saçları geriye taranmış, yakışıklı, gözleri pırıl pırıl ve tebessüm eden, en çok 50 yaşlarında gösteren bir bey girdi. Mustafa ile sarmaş dolaş, Kıbrıs ağzıyla “n’apan” sözleriyle kısa bir sohbet ve aynı güler yüzle bana elini uzatan bir bey hatırlıyorum.
Onun sıcaklığından esinlenerek, “Ben Asil Nadir” dediğinde “ben de asıl Nadir”im dedim. Gülüşmeler, mülkiyeli oluşum, executive sekreteri Sevim Alpaslan’la sınıf arkadaşlığı, alt katta çalışan bir iki mülkiyeli, Sorbon ve Yale’den birkaç kişiden sohbet derken, ben de hızla, ancak onu rahatsız etmeyecek uzunlukta, yani kısaca yaptıklarımı sıraladım. “Uçağı nasıl aldın?” sorusu ile başlayan sohbeti “nasıl sattığıma” getirerek noktaladım. Bir bayan kraker ve değişik bir peynir getirdi, çaylar, sonrasında Mustafa’nın banka işleri, Mustafa’ya takılmalar, “gel, benle çalış” sözleri bizim konu değişti. Müsaade istedik, görüşmek üzere ayrıldık.
Birkaç hafta sonraki gelişimde Mustafa, “Asil Bey seni görmek ister” dediğinde, ben de bunu bekliyormuş gibi hemen atladım, soluğu Asil Bey’in ofisinde aldık. Bizi görünce, hemen; “Hoş geldin Nadir’ciğim, n’apan Mustafam” dedi. Bu karşılama beni çok etkiledi. Beni önemsediğini, beğendiğini düşündüm. Türkiye’de pürüzlü bazı işlerinin kaldığını, İstanbul’da Av. Rezzan Aydınoğlu’nun ilgilendiğini, ancak bir sonuca gidemediklerini söyledi. Zamanın Başbakanı Turgut Özal’ın kendisine, bir gün “Bizim Burhan (Özfatura-İzmir eski Belediye Başkanı) Tanzim Satış Mağazası açacakmış, şuna göz kulak ol, hevesli ama anlamaz, git, kuruluşuna dahil ol, biraz para koy” dediğini, bunun üzerine TANSAŞ’ın kurucu ortağı olarak %6.25 ile (belediyeden sonra ikinci büyük ortak olarak) bu işe girdiğini, sonra İngiltere’deki olaylar sonrasında, çok güvendiği, sağ kolum dediği ve vekalet verdiklerinin genel kurullarda ihmal ve dalaveraları nedeniyle bu
368
hissesinin Hollandalılara satıldığını anlattı. Bana “bu işi araştırabilir misin?” dedi. Öyle basit ve sıradan bir anlatımı vardı ki, sanki bu parayı önemsemiyordu. Milyon dolarlardan kuruş gibi bahsediyordu. Ben de tabi ilgilenirim dedim.
Asil beyin, Tansaş’ta ortak olduğuna dair genel kurul toplantı tutanağı ve benimle yaptığı sözleşme.
369
“Bak! Bunu araştıracaksın, benim ada ile de ilgilen, Göcek Koyu’nun karşısındaki ada benim, İmar bankası ve benim dostlarım yine yokluğumda onu da halletmişler, hani şu Show TV’nin sahibi var ya! Adı neydi o çocuğun?” Bir birimize baktık. Sessizlikte ben “Erol Aksoy mu?” dediğimde, “Evet, ona da çok iyiliğim dokundu” cevabını verdi. “Nadir, bununla ilgili dosyayı nasıl bulabiliriz. Ben de yalnızca adanın tapusu var, ne oldu? Şimdi kim aldı bilmiyorum?” İnandım ki, gerçekten bunlarla uğraşamazdı, uğraşmazdı, bunu ilerde öğrenecektim. “Nadir’ciğim, bunları bir kurcala bakalım bir şey çıkarabilir miyiz?”dedi.
İngiltere’ye döndük, ona yapılanlar, bu adada kaçak gibi yaşamanın kendine verdiği üzüntü ve sıkıntıdan, eski dost ve arkadaşlarından bahsederek, konuyu dağıttık, değiştirdik.
Aşağı yukarı hafta, belki en çok 10 günde bir Kıbrıs’a geliyorum. Uçağın satış sonrası işleri var. Ankara’da Tansaş’ı, hem de Göcek’teki adayı araştırdım. Ticaret sicil gazeteleri, belediye encümen kararları, İstanbul’da Av. Rezzan Aydınoğlu ile görüşmeler. Şaka, maka bu iki işide çözebilirim, İzmir’de bir iki görüşme yaptım. Telefonla biraz ön bilgi aktardım. “Gelince görüşürüz” cevabını alınca, soluğu Kıbrıs’ta aldım.
Yine sıcak kucaklaşma, böyle bir insanla tanışmak, onu tanıyor olmak gerçekten büyük bir şans, rahmetli Turgut Özal’ın onu neden yanında tuttuğunu her görüşmeden sonra daha iyi anlıyordum.
“Asil bey, Belediye’nin kararları, ticaret sicil kayıtları, genel kurullar, Ticaret Bakanlığı’nca çözülür, bir dilekçe ile bu işi başlatabilirsiniz, Ada’nın sorunu da Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nde halledilebilir. Dilerseniz Teftiş Kurullarına birer dilekçe verelim” dedim. Nasıl akıllı insan? “Nadir bu işi sen takip
370
371
et, avukatları falan unut! Hadi başla! Bir vekaletname vereyim, beni temsil et, takip et, paranı al” Ne parası? Asil Bey’den para mı isteyeceğim? Yani, Rahmi Koç’la, rahmetli Sakıp Ağa ile oturuyorsun, ben bu işi 3’e, 5’e yaparım diyorsun, olacak iş mi? Tebessüm ettim. “Niye gülüyorsun? Yoksa bana ortak mı olmayı düşünüyorsun?” (o sıralar parasal sıkıntılar var, nasıl kibarca işi bitiriyor, istediğini iste demeye getiriyor) “Evet!” dedim. Onun istediği de o idi. Gözleri parladı. Hem benimle pazarlık etmeyecek, küçülmeyecek, hem de ben pazarlık edip, önünde zavallı duruma düşmeyecektim.
“Söyle bakalım! % kaç ortak oluyoruz, 5 olsun mu?” Benim tebessümden başka yapabileceğim bir şey yok. Takdir sizin gibi gözlerine bakıyorum. “Peki %10 olsun” dedi. Ben de “Peki efendim” diyebildim. “Akşam sözleşmeleri hazırla, yarın noter ve Dışişlerinden vekaletname de hazırlatalım. Bu iş artık ikimizin işi”
Olacak şey değil, Asil Bey’le iş yapacaktım. Öyle anlatıyordu ki, bana verilecek komisyonu, işin %10’nuna ortak şeklinde bağlamıştık. Kimse inanmaz, “bedava çalış” dese zaten çalışacağım. Zekasına, davranışlarına, kültürüne, ahlakına, vatan severliğine, yani ona hayran olmuştum. O ise “Ortak” demeye başlamıştı.
Hemen Ankara’ya döndüm. Vekaletnameler, sözleşmeler elimde, tekrar baktığımda 1941 doğumlu olduğunu gördüm. Demek ki 60’nı yeni geçmişti. Şaşırdım, bu kadar mücadeleye rağmen ancak 45-50 falan gözüküyordu. Oysa ben 45 yaşında idim.
Çok hızla belgelere ulaştım, Tansaş’ın kuruluşu, Göcek adasının tapu kayıtları, hemen Belediye toplantı tutanakları, kararlar Kıbrıs’a gönderdim. Heyecanım tepede. Sanayi ve
372
Asil beyin Türkiye’de vekiliyim.
373
Ticaret Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı’na dilekçe hazırladım. İzmir’e tekrar gittiğimde, kendi dosyamı takip ediyordum. Çok iyi bir rapor yazıldı. Raporu avukat Rezzan Hanım’a ilettik, itiraz, başvuru nasıl yapılacaktı? Şimdi hatırlamıyorum. İtiraz için bir teminat veya nakit paraya ihtiyaç vardı. Sanırım Asil Bey’in de, Mahkeme’ye bu parayı ayıracak durumu yoktu. Ben bunu bile bile yine Asil Bey’in yanına gidiyordum.
Mustafa Uzun Abi’m beni karşıladı. Bankaya gittik. Olayları ona da anlattım, “Asil beye ne zaman gidelim” dediğimde, “akşam eve bekliyor” dedi. “Neden evde?” diye düşündüm, dinleme ortamı veya bilgiyi üç kişinin paylaşması şeklinde hızla fikir uçuşması oldu. Mustafa “kimse ile evde yemez, ben ve birkaç kişi yemiştir. Seni sevdiğini anla” dedi. İyice “dolmuşa” bindim.
Akşam güneş daha adayı terk etmemiş, Girne’nin sırtlarına doğru çıkıyoruz. Biraz yükseldik, Girne’den 7-8 km uzaklaştık. Palmiyelerin süslediği bir bahçe kapısından araba 200-300 metrelik bir yoldan ilerlerken, yeşil alan ve çiçeklerden büyülenmiştim. Meksika tarzı kemerler, sütunlarla çevrili geniş bir avlunun etrafına sıralanmış, tek katlı konut çok etkileyici idi.
Biz arabadan inince, avluya bakan bir verandada bambudan yapılmış sehba ve koltuklardan Asil Bey’in kalktığını gördüm, beyaz bir ipek gömlek hafif rüzgarda titriyordu. Masada viskisi vardı. Arabaya doğru birkaç adımına hemen cevap verdik, bu asil tavır karşısında hızla ona doğru ilerledik.
Sehpaya bayan hizmetçinin getirdiği viskiye uzandığımda, evi, bahçeyi, ailesini anlatıyordu. Ağaçların çoğunda büyük emeği vardı. Aklıma Adem geldi, o da böyle görkemli bir mekanı Havva için terk etmişti. Ben olsam cenneti (herhalde Asil’in bahçesinden daha iyidir) terk etmezdim. Böyle ev ve bahçe görmemiştim.
374
Yemek için salona alındığımızda yemek masasının beyaz örtü ve süsle donatıldığını, getirilen şarabın (sonradan öğrendim ki 400- 500 Pound imiş) tadı ile keyfimiz tepe yapmıştı. Kendisi yemek sonrasında çok sevdiği birkaç peyniri, şarabın yanına getirtti, inanılmazdı. Ortağıma belgelerin asıllarını verdim, dilekçenin İzmir’de bir başmüfettişe intikal ettiğini, tapuda ki İmar Bankası, Erol Aksoy ilişkilerini konuştuk.
Turgut Özal Cumhurbaşkanı iken; acele kendisini İngiltere’den çağırıyor ve İstanbul’da konuşuyorlar. Medya’ya hakim olmasını, bu işleri sahiplenmesini istediğini anlatıyordu. Güneş, Günaydın, Nokta vs. vs. satın aldığını, Milliyet ve Hürriyet’i satın almak için masaya oturduklarını, pazarlığın bittiğini, Aydın Doğan’ın boynunu bükerek hüzünlendiğini, “bunları parçala” diyen Turgut beyin dayanmayarak, “Bari Hürriyet’i bırak” dediğini, yıllar sonra da Aydın Doğan’ın yaptıklarına üzülünce “Asil, ne büyük hata yaptım, şu Aydın’a acımakla, keşke beni dinlemeseydin” dediğini hiç unutmadığını, iş hayatında da bunun benzerini yaşamamayı istediği halde, kimi kez duygusallığa kapıldığından dolayı hata yaptığını dile getirdi.
Bir gün Vestel’in açılış töreni için Turgut Özal’ı davet ettiğinde, kendisine Kore’li emsallerini de törene çağırmanın çok şık olacağını söylemesi üzerine tören için 15 gün eve kapandığını anlattı. Tabii ki ben de “Tören için 15 gün çalışma olurda, 15 gün eve hapsolmak nasıl olur?” diye sordum. Tören için vali, kendisi, bakanlar ve başbakanların konuşması bildirildiğinde; Korece ve Türkçe bilen bir kız bulduğunu, konuşma metnini Korece’ye çevirttiğini, Korece alfabe yerine okunuşunu da Latin harfleriyle yazdırdığını, Koreli kız ile bunu bir hafta içinde ezberlediğini, kimseye söylemediğini, konuşma sırası kendisine gelince önce Türkçe metni sunduğunda vatandaşların alkışladığını, sonra İngilizcesini sunduğunda İngiliz, diğer Avrupalı ve bazı Korelilerin kendisini alkışladığını, konuşmayı
375
kesmeden Korece sunduğunda ilk cümlede Koreli kalabalık içinde küçük kımıldamaların olduğunu, ilerleyen saniyeler içinde bazı Korelilerin ayağa kalktığını, alkışladığını, konuşmanın sonunda Kore Başbakanı’nın ardından Turgut Özal’ın ve Koreli Bakanların tamamının ayakta alkışlamakta olduğunu, Turgut Bey’in gelip yanağından öpüp, teşekkür ettiğini heyecanla bana aktarıyordu. Ben de büyülenmiş ona bakıyordum.
Sonra Kıbrıs’ta Spruvex’in gidişini, Vestel’in 10.000.000 dolar ile çalındığını, Sheraton Oteli’nin oyunlarla elinden gittiği, bunun tek nedeninin Delmonte Meyve Sularını İngilizlere rağmen satın almasının olduğunu, Borsada maniplasyon yaptığı iddia ile suçlanınca Kıbrıs’a sığındığında, defalarca İngilizlerle İstanbul’da buluştuğunu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsız devlet olmasını engellemesi halinde bu kişisel sorununun çözülebileceğini kendisine söylediklerini, Turgut Bey’e danıştığında “Takdir senindir, sen iş adamısın” dediğinde “İş adamı değil, ben Türk çocuğuyum” cevabında duygusal anlar yaşandığını, dile getirdiğinde, yine gururdan gözleri doluyor, ben de 2.5 milyar pound gibi bir serveti eliyle iten bu soylu Türk çocuğunun önünde, bir şeyler yapamadım diye sessizce içimden ağlıyordum.
Evdeki sohbet çok güzeldi, belki ilk defa bu samimi ortamdan dolayı hoş anıları dile getiriyordu. “Lütfen bunları yazın” dediğimde, yazılamayacağını ifade eden bir tebessüm ve sağa sola yavaşça sallanan başıyla cevap vermişti.
Şimdi İngiltere’de tutuklu, ama umuyorum yine dimdik ayaktadır. İngilizler onun bu davranışını kıskanıyor olmalılar.
Asil Nadir’e saygım, sevgim ilk günden daha yüksek, daha yüce.
376