Arkadaşım Cumhurbaşkanı


Deprecated: implode(): Passing glue string after array is deprecated. Swap the parameters in /var/www/wp-content/themes/largo-0.6.4/inc/post-social.php on line 157
Print More

Bulgaristan’da 1990-1991 yıllarında büyük işler yapıp, 1993 Nisan ayında Azerbaycan’a yönelmiştim. Azerbaycan’da 1994 yılı olsa gerek Ebülfeyz Elçibey’e karşı ihtilal yapılıp, Haydar Aliyev iktidarı alınca kazandığım servetler bir gecede yok oldu. Sıfıra değil, evi barkı satarak eksiye düştüm. Almanya’da yaşayan Harun Aslan adlı bir arkadaşım vardı, benim zor durumumu görünce, Azerbaycan’a verdiğim sabun, yağ, bisküvi, çikolata, şekerlemeyi Moldova’ya verebileceğimi söyledi. Yapacak iş yok, Moldova’nın yolunu tuttuk. Harun’da Kişinev’e geldi. Bir otele yerleştik. O zamanlar Türk Cumhuriyetlerinde yeni örgütlenmeye çalışan Dışişleri Bakanlığı’nın TİKA adlı bir kurumu var. Harun da TİKA vasıtasıyla Gürcistan’da ve Moldova’da işler yapmaya çalışıyor. Sabah Gagavuz Özerk Bölgesi’nin milletvekili Fiodor Angheli (Tudor Angeli) ve bir Moldova milletvekilinin yanına, gittik. Sohbet, tanışma, ticaret konuştuk. (Ben yaptıklarımı, Azerbaycan’da ihtilal ile her şeyi kaybettiğimi, şimdi Rusya’ya tekstil gönderdiğimi, Moldova ile de bir şeyler yapabileceğimi anlattım.) Kişinev’i gezdik. Akşam yemekte müthiş iki-üç şişe şarap içtik “Krikova” adlı bir bölge de Cabernet Savignon’un müthiş tadı, gövdeli yapısı ve 12 yıldır dinlenmiş oluşu ile bu şarabın lezzetini unutamam. Bu güzel şaraptan sonra ertesi günü şarap üretimini görmeye karar verdik.

Krikova, Kişinev’den biraz uzak bir bölge eski bir kireç ocağı. Bu ocağı tünellerle oymuşlar, içinden madeni alınca, hem şarap üretim tesisi, hem de mahzen olarak kullanmaya başlamışlar. Dağın içerisine araba ile girdik. “Cabernet Strasse” “Merlot Avanue” gibi yollardan geçiyoruz, tüneller tünellere bağlanıyor, kavşaklar var, dört yol ağzı, fabrikalar, büyük dev fıçılar, yol

296

kenarına dizilmiş, duvar görevi yapan küçük fıçılar, arka sokak, çıkmaz sokak gibi yaya girilen raflarda milyonlarca şişede uykuya yatmış şaraplar dizili. Müthiş bir manzara. Toplam araç ve yaya yolu dağın içinde 120 km. imiş. Dolaşmaktan yönümü şaşırdım, ama tesisin ortasında olduğunu sandığım muhteşem salona geldik. Aşağı yukarı 30 m boyunda bir büyükce masa var, genişliği de en az 4-5 m etrafı koltuklarla çevrili, zamanında Lenin ve Politbüro Moldova’ya geldiğinde burada yer içer, gözden uzak kararlar alırlarmış. Ayrıca Rusya’nın şarapları Moldova ve Gürcistan’dan gidermiş. Ruslar Berlin’e girince, Hitler’in arkadaşı General Göring’in tabloları Moskova’ya, şarap koleksiyonunu da Kişinev’e getirilmiş. Bir ara gezerken, üzerleri örümcek ağı bağlamış, toz içinde bu raflarda bu şarapları da gördüm ve yavaşca elimle dokundum.

Bu büyük salonda yemek hazırlanmış, büyük salon camlı bölme ile bir küçük salona bağlı, büyük ve uzun masanın dışında 6 kişilik bir masa daha var, yanında şömine yanıyor, şöminenin metal işlemeli bacası tavana doğru salonun ortasında yükseliyor, şöminenin önünde üzerlerinde beyaz peçeteler örtülmüş üç adet şarap şişesi duruyor. Fabrika Müdürü Moldova Parlemontusundan Harun’un arkadaşı iki milletvekili, Harun ve ben masaya yerleştik. Todor Angeli Gagavuz Türkü, kırık ama çok temiz Türkçe konuşuyor, cümleler tamamen doğru “ş”ler, “s”ler, “ç”ler dişe takılıyor o kadar. Ben İngilizce, Harun Almanca, diğerleri Rusca ile masayı şekillendiriyoruz.

Masada her şey var, ama en göze çarpan peynir ve ekmek tabağı, beyaz, sarı, esmer, kapkara ekmek dilimleri, çeşitli peynirlerle yan yana. Önce birkaç parça et ikram edildi. Şiş, pirzola… benzerleri, ardından Müdürümüz kaşkaval (koyun sütünden yapılmış kaşar peyniri) ve vitaşa (inek sütünden kaşar

297

peyniri) peyniri tabağımıza koydu. Şömine önünde bekleyen şaraplardan birini aldı ve ikram etti. İlk yudumda şaşırdım, böyle bir tat, böyle bir koku, boğazından gerçerken böyle bir his olamaz dedim. Kirilce yazılmış yazıları sorduk. O zamanlar Cabernet Savignon ile tanışmıyorum. Türkiye’de böyle bir asma kökü yok, bu lezzet bulunmuyor. Kolay yudumlarla boşalan kadehimi görünce, anlatmaya başladı. “Sayın Elibol, yavaş içiniz, bu genç kız 15 yıldır burada sizi beklemiş, ona sert ve acele davranmayın, hafifce dokunun, küçük öpücükler gibi küçük yudumlar alın, şöminenin önünde daha Dianizos’la yeni buluştu, havadaki oksijenle öpüşsün diye onları 3 saattir bekletiyorum. Ona kibar davran” dedi. Utanmıştım, arsız, terbiyesiz, aşıklar gibi hissettim kendimi. Öğleden sonra başlayan bu şarap gezintisi geceye kadar devam etmişti. Masada su yoktu, gece bitmiş susuzluktan ölüyordum. Müdür de anlamış olmalı ki Harun’la bana dönerek “Sakın otele dönünce su veya başka bir şey içmeyin. Bu genç kız kendi üzerine bir başka kadına tahammül edemez” dedi. Gülüştük ayrıldık. Sabah uyandığımda, gece yatarken içtiğim suyun ne kadar yanlış olduğunu, devam eden sarhoşluğumdan anladım.

Şarap ithal edecektim, olmadı, o zamanlar Tekel buna izin vermiyordu, belki de beceremedim. Biraz da vergiler yüksekti, bu şarap işi de öylece kaldı. Sabun, şampuan, tuvalet kağıdı gönderdim. Todor bana bu malın satışında ve paranın tahsilinde yardımcı oldu. Sonra da ortak oldu.

Moldova’da yeni bir ticari yaşama başladım. Bir süre sonra Yunanistan’dan daha ucuz sabun, şampuan, tuvalet kağıdı piyasaya girdi. Biz de Rusya’ya giden tekstili göndermeye başladık, Moldova çok fakir en ucuzunu bile satamıyoruz, çünkü onu bile alacak paraları yok. Çok küçük işler yapıyoruz.

298

15-20.000.-$’lık kamyonlar, günler süren satış ve tahsilat, anlaşılacağı gibi, Moldova’da vakit öldürüyoruz.

Moldova’da işler yavaşladı, Rusya’ya tekstil işine yoğunlaştık. Seneler sonra 1996 olmalı telefonum çaldı “Ben Tudor, Nadir’ciğim” ile Moldova’ya tekrar bağlandım. İki-üç ayda bir arayıp hatır sormaktan başka iş yapmıyoruz ki, ne diyeceğimi şaşırdım. “Bay Tudor nasılsınız? Nerdesiniz, ne yapıyorsunuz?” dememe kalmadı. “Ankara’dayım elçilikteyim, seni bekliyorum” dedi. “Hemen geliyorum” dedim.

Kaptan Paşa Sokak’taki elçilik binasına geldim. Kapıda görevliye Bay Tudor ile görüşeceğimi söyledim, içeriye aldılar, bir küçük odada bekliyorum. Herhalde Tudor beni Büyükelçi ile tanıştıracak belki bir iş çıkar diye düşünüyorum. Kapı açıldı Tudor geldi, sarıldık, kucaklaştık eski iki dost, selam sevgi yineledik, ben konuya girdim. “Bay Tudor, beni büyükelçi ile tanıştır, belki bir iki iş yapabiliriz” dedim. O da “Tabi neden olmasın Türkiye’de senden daha yakın ve iyi başka bir dostum yok ki”dedi. Gülüştük.

Bir görevliye seslendi. “Büyükelçi beyin odasına geçeceğiz, haber verin” dedi. Düşündüm, Tudor milletvekili ya, büyükelçi ona itibar ediyor olmalı dedim. Bir süre sonra personel “hazır efendim” dedi. Heyecanla kalktım. Tudor önde, ben arkada, elçinin odasına gittik. Kapı açıktı, Tudor, büyükelçinin masasına oturdu. Ben de karşısındaki koltuğa. Başladık beklemeye, ha büyükelçi gelecek, ha geldi. 3-5 dakika geçti, gelen giden yok, ben sessizce duruyorum, ama duyulmasın diye kaş göz ettim, nerede bu adam dercesine. Tudor’da ses yok, biraz sonra başladı gülmeye “Emret bakalım, ne yapalım?” dedi. Benim gözüm kapıda. Gelen giden yok. Tudor “Söyle bakalım, seni dinliyorum” dedi. Ben, başımı kapıdan ona doğru döndürüp,

299

ona baktığımda “Nadir! Büyükelçi benim” dedi. Şaşkınlık, gülüşme derken “Anlatsana neler oldu?” dedim.

Moldova’da seçimler olmuş, Tudor milletvekilliğini kaybetmiş, ama bir arkadaşı vasıtasıyla bu kez Türkiye’ye Moldova elçisi olarak gelmişti. Ben Krikova’da tanıştığımız sonra ticaret yaparken bizi koruyan kollayan milletvekili, diğer arkadaşımız, dostumuz Petru Lucenski’yi sordum. O seçimleri ve milletvekilliğini tekrar kazanmış, meclis tarafından da Cumhurbaşkanı seçilmişti. İnanmadım. “Şaka mı yapıyorsun?” dediğimde, “Birkaç ay sonra Türkiye’ye gelecek, Süleyman Bey onu Türkiye’ye davet etti” dedi. “Allah, Allah” doğruydu herhalde, Tudor’u da o Ankara’ya göndermişti.

Ürgüp’te gezideyiz. Sırası ile ben, Aida hanım, Büyükelçi Tudor Angheli ve Meral

Bu dönemde ben Kayseri’ye gidip geliyorum. Köseoğlu Sunta ve Poli Mobilya’nın Genel Müdürüyüm. Köseoğlu, Kentbank, İşbankası, Ak-bank, Yapı Kredi, Es-bank, Egebank her bankadan milyon dolarlık krediler kullanıyor. Kentbank’ın Genel Müdürü Cevdet Erkanlı Mülkiye’den arkadaşım, Köseoğlu için Moldova’da sunta fabrikası almaya gideceğimizi duymuştu. Bölge Müdürü ile bu işin

300

ciddiyetini sordu, ben de “şu gün gidiyoruz” dedim. Cevdet Erkanlı, Köseoğlu’nun sahibi Ahmet Köseoğlu’ndan araştırınca Tudor’un Kayseri’ye fabrikaya geldiğini, Kişinev’de bir fabrikayı almak istediğini, Cumhurbaşkanı’nın benim arkadaşım olduğunu öğreniyor ve beni arıyor “Nadir Abi, biz de Kentbank’ın şubesini açmak istiyoruz” diyor. Görüşmeler, konuşmalar gelişiyor. Tudor da Kayseri’de dev gibi fabrikayı görünce, Kişinev’de fabrika alma işi ile Kentbank’ın şube açma işine kol kanat geriyor. Kişinev’e gidiş geliş, tespitler, anlaşmalar hızla gelişiyor ve olgunlaşıyor.

Önce benim evimde, sonra Bilkent’te elçilik evinde eski dostlukları geliştirme, özlem giderme yemekleri, güzel günler birbirini takip etti.

Tudor, bir gün elçiliğe çağırdı “Petru geliyor, Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel’le görüşecek, Başbakanla konuşacak, Antalya’ya tatile geçecek seni ve beni de eşlerimizle bekliyor. 11-19 Ağustos 1998 tarihleri arsında Simena Tatil Köyü’nde

301

olacağız” dedi. “Tudor gerçek mi? Protokole uygun davranmak gerek, üst baş gerekir, doğruyu söyle, hazırlık yapalım” dedim. Elbiselerin derdine düştük, 3-4 günlük alışverişle protokole uygun elbiseler edinebildik.

Gün geldi çattı. Eşimle Kemer’e, Simena Tatil Köyü’ne ulaştık, kendimi tanıttım. Resepsiyon beni ve eşimi görünce büyük bir panik yaşadı. Üstümü başımı düzeltmek ve duş almak istediğimi belirttim. Sayın Cumhurbaşkanımıza ayrılan villanın yanındaki villa, Tudor ve Aida hanımın idi. Bizim ki de onun yanında. Güvenlik görevlileri villaların arka yolundan bizi ayrılan yere getirdi. Hazırlandık takım elbise değil ama, üzerimde gömlek ve kravat vardı. Tudor’un villasının önünden Cumhurbaşkanı konutuna geçtik. Önde terasta oturuyorlardı. Kalktı, ben adımlarımı hızlandırdım, o bana doğru gelmeye başlayınca, sanki koşar gibi ona yöneldim. Bana sarıldı, öpüştük.

Simena tatil köyü. Villadayız Moldova Cumhurbaşkanı Petru Lucenski ortada (olimpiyat tişortlu) Sol başta Aida hanım. Sağ başta Tudor Angeli, soldan (3-4) Meral ve ben, sağ baştan 2. Kişinev Büyükelçimiz Mümin Alanat

Tudor “bu kıyafet ne böyle” dedi, kendisi şortlu idi. “Hadi üstünüze rahat bir şeyler giyin” deyince hepimiz rahatladık. Kahveler içildi, mayoları giyildi, üç arkadaş ve eşlerimiz Akdeniz’in serin sularına kendimizi attık. Şakalaştık, sularda oynadık.

302

Dün 3-4 yıl önce üç kuruş ticareti bölüşen insanlar şimdi nerelerde idiler…

Cumhurbaşkanımız Sn. Süleyman Demirel bir yat tahsis etmişti, korumalar, Zodyaklar, kıyıları gezdik. Akşam yemekleri, Kentbank’ın üst düzeyi, Köseoğlu’da yata davet edildi. Hediyeler, görüşmeler aile fotoğrafları… Köseoğlu sunta fabrikası alımında gayriciddi çıktı, param yok, kredi bulamadım, teknolojisi eski gibi bahanelerle işten kaçtı. Kentbank ise kısa sürede ortak bir banka kurdu.

Cumhurbaşkanımız sayın Süleyman Demirel’in tahsis ettiği yattayız (kemer) Büyükelçi Tudor Angeli, Ben, Ahmet Köseoğlu, Büyükelçi Mümin Alarat

5-6 günlük güzel bir tatil yaptık, Ankara’ya dönünce rüyadan uyandık.

Köseoğlu’nun işlerinin içine daha çok girdik. Banka işlerine soyunduk, borçlara kefil olduk, imza attık, çek senet imzaladık.

303

Moldovalı dostlarımın bana bir faydası varmış gibi gözü kara her işe girmeye başladım. Hırs yapmış olmalıyım ki; Kızılcahamam Askoop Maden Suyu’nu, fabrikasını, makinelerini satın aldım, o yetmedi Köseoğlu’ndan İç Anadolu Mobilya Bölge Bayiliğini aldım. Fabrikada 34 işçi çalışıyor, dağıtım arabaları ve depo ile 35 ilde 85 bayilik oluşturdum. Rusya’dan kazandığım paralarla, Köseoğlu’nun Ankara, Konya, Kırşehir, Eskişehir, Bolu, Kastamonu, Çankırı, Yozgat illerinin dağıtımını aldım. Bir kamyon, bir kamyonet, bir minibüs, birkaç binek araba, pazarlamacılar, plasiyerler, manyak olduk, cumhurbaşkanıyla tatilden sonra.

Kentbank’la Moldova’da olduğumuz bir dönemde, Büyükelçimiz Mümin Alanat bizlerin Gagavuz Bölgesini de görmemizi istedi. Birlikte birkaç araba, Kişinev’den Gagavuzya’ya Özerk Bölge’nin başkenti Komrat’a gittik. Gagavuz Bölge Başkanı, Komrat Valisi ile fabrika denilen atölyeleri gezdik, bize öğlen yemeği verdiler, adları Vladimir, Dimitri ama inanmayacaksınız, öyle güzel İstanbul Türkçesi konuşuyorlar ki şaşırırsınız, ama yazamıyorlar. Büyükelçimiz Mümin Alanat Gagavuz Başkanının tam karşısında oturuyor ben de büyükelçinin sağında, Başkan beni tebessümlü ve şişman görünce “Nasıl bu yemeği tanıyor musunuz?” dedi. Ben de “Sayın Başkanım biz buna tandır diyoruz özel fırınlarda eti 3-5 saat pişirerek yapıyoruz” cevabını verince tüm masa birbirine baktı, gülüşmeler başladı. Başkan “Bunu sana kim söyledi?” dedi. Ben de “Kimse söylemedi” deyince “Peki bu tabakta gördüklerini tanıyor musun?” Siz ne diyorsunuz?” dedi. Ben de “buna etli yaprak sarma, buna kurutulmuş biber dolma buna da kurutulmuş patlıcan dolma diyoruz” dediğimde. Tüm masa Başkanın ayağa kalkmasıyla ayaklandı, Büyükelçimiz Mümin Bey’de kalktı, tabi ki ben de. Başkan “birbirinden 800 yıldır ayrı yaşayan bu kardeşler için

304

içelim” dedi ve kadehlerden şaraplar yudumlandı. Masada sohbet, Gagavuzların “Gök Oğuz”ların buraya gelişi ve Türklerin tarihi ile gelişti. Meyveler yenilmiş, çay ikram ediliyordu. Genç kızlar ellerinde tabaklarla salona girdiler. Başkan “kızlar, tabakları yukarı kaldırmayın! Aşağı indirin! Bir görsünler bakalım! Bunu bizden başka kimse bilemez, yapamaz! Söyle bakalım bunu tanıyor musun?” Ben de “Türkiye’de buna gözleme diyoruz, peynirli, etli, ıspanaklı, patlıcanlı yapıyoruz” dediğimde “Olamaz! Biz de közleme diyoruz, ama patlıcanlı nasıl oluyor?” dediğinde, kuru patlıcanı göstererek “bununla işte” dedim. Türkçemizde ilk kez farklı kelime ortaya çıkmıştı. Onlar domatese patlıcan diyor, bizim patlıcan dediğimize de mor patlıcan diyorlardı.

Akşama daha ilginç bir yere gidecektik, Moldova beni şaşırtan bir ülke idi.

Küçük ticaret ile para kazanmamış ama büyük dostlar edinmiştim. Büyük dostlarımla, büyük işlere vesile olmuştum. Bu büyük işler, ben, büyük yatırımlara itmişti. Büyük yatırımım ile büyük kefalet, ortaklık ve imzalar atmıştım. İleride bu imzalar benim başımın derdi olacak, mahkemeler, icralar ve sonunda iflasıma neden olacaktı.

305

Her güzel şey gibi, Moldova macerası da bitti.

Tudor yıllarca Ankara’da kaldı, ikimizin de, hatta üçümüzün de eskisi gibi ticari ilişkilere ihtiyacımız yoktu. Hep dost kaldık. Tudor elçilikten emekli olmuş gazetecilik yapıyor, kitap yazıyor. Cumhurbaşkanımız da emekli oldu ayrıldı, siyaseti bıraktı. Ben ise dostlarımla, aramdaki 10-12 yaş farkı nedeniyle hala çalışmaya devam ediyorum.

Moldova’da öğrendim ki, insana ait hiçbir şey ona yabancı değil, uzak değil, hayat, her sabah yeni şeylere gebe ve hemen yanında.

306

Comments are closed.