2014 Baharı olmalı, Koç’un İpsala’daki Duty-Free antrepolarını denetlemiş, Setur Genel Müdürlüğü’nün talimatı ile Kepez limanında açılacak olan gümrük yolcu salonunda Free-Shop mağazasının ölçüm ve hesaplamalar ile; çalışma şeklini düzenlemek için Çanakkale’ye geçecektim. Programım, ben İpsala’da çalışırken, eşim de Keşan’da gezecek, sonra beni alıp Çanakkale’ye inecektik. Orada yiyip içer, akşam da bir otelde kalırdık. Sabah yeni açılan Kepez limanında mağazanın tespitini yapar, akşam tekrar Keşan’a döner ve otelde konakladıktan sonra sabah erken saatte Ankara’ya dönüş yolculuğunu başlatırdık diye planladım, hesapladım, her şey tamam.
Trakya’da bahar her an farklı, değişiyor, güneş bulutların arasında bir saklanıyor, sonra tekrar çıkıyor. İşimin erken biteceğini zannettiğim halde İpsala Gümrüğü’ndeki işimi çok geç bitirdim. Personel ile tutanak, yazı düzenleme ve teslimat falan derken, saat 21:00 oldu. Kepez Limanı’nın yerini bilemiyorum, ama Çanakkale’den aşağı inerken, sağda bir yerde diyorlar, ben de gidince buluruz diyorum. Çanakkale yolu sürse, sürse 1,5-2 saat olur, orada bir otel buluruz, yatarız. Sabah ta Kepez’de oluruz, bu da tamam.
İpsala’dan, Keşan, oradan da Çanakkale’ye yönlendik, yolun tamiratı var, tek şerit, bir yokuş, bir bayır Çanakkale 20-30 km kaldı. Ama saat 24’ü çoktan geçti. Benim gözümden uyku akıyor. Bir yandan telefonla otel arıyoruz, rezervasyon yapalım istiyoruz. Gündüz yapmadık ya, ilk aradığımız otel dolu, ikincisinde yerimiz yok, diğerinde çift kişilik oda 600 TL sinirlenmeye başlıyorum. “Arama artık bulduğumuz yerde yatarız” diyorum. Sonra kendi kendime “Ulan ne adamsın, 600.-TL’nin hesabını yapıyorsun” dedim ve eşime dönüp, “geçen yıl kolin oteli revizyondan geçmiş, beş yıldızlı büyük otel onu ara, mutlaka yer vardır ve bir yer ayırt” diyorum kenara çekiyoruz, telefondaki ses “maalesef efendim, bütün otel dolu” “yahu! Kardeşim yalnızca bir gece kalacağız” falan diyorum. “Efendim, kral dairemiz müsait” eşimle göz göze geliyoruz, sessizce “fiyatı sor bakalım”, diyorum. “Efendim 550 Euro” dediğinde “ben sizi daha sonra ararım” cevabı ile telefonu kapatıyoruz, saat gece bir olmak üzere “şehre girelim de bir iki otel daha sorarız, olmazsa arabada yatarız” diyorum.
İlk küçük otelde yer yok deniliyor, ikinci otel bir oda var denilince, karım akıllı ya, otelde küçük olunca, “odaya bir bak” diyor. Baktığım odanın penceresi aydınlığa bakıyor, tuvalet lavabosu kırık, çarşaflar beyazı çoktan terk etmiş, “başka bir oda yok mu?” diyorum, başka oda yok. Araba’ya dönerken eşim yüzümden anlıyor, “olsun arabada uyuruz” diyor. Ben otel bulamamaktan değil programlamadaki başarısızlığımdan çok kızgınım. Kendime kızgınım, neden daha önce oteli halletmedin falan diyorum. Düşünemiyorum ki, “hayat zaten program içindedir ve akışında gitmektedir.” Ben bu kez düşündüklerime uymadı diye olanlara kızıyordum, programcının halbuki başka bir programı bizi bekliyordu.
Ara sokağa giriyoruz ki, sağda küçük bir tabela “otel limani” yazıyor. Küçük biraz da karanlıkta, kötü bir kapıyı açıyorum, kimse yok, mutfak, tuvalet kapıları dar bir koridor, enine dar bir bina en dipte gözüme artık iyice küçük gözüken bir resepsiyon, genç çocuğa oda soruyorum “oda var mı?” “evet var efendim” “görebilir miyim?” şahane, tertemiz bir oda, artık para sormuyorum. “Tamam canım, eşim çıksın” diyorum, sanki oda elimizden alınacakmış gibi. Odaya döndüğümde eşim Meral uyku durumuna, saat te 2’yi geçmişti.
Sabah pencere açık kaldığından balıkçı konuşması ve dalga sesleri duyuyorum. Saate baktım 8 olmuş, daha Kepez’e gideceğiz. Banyo traş falan derken, perdeyi açtım ki; deniz kenarındayız, şahane bir manzara, dalgalar otelin önündeki kaldırıma vuruyor. Sevinçle eşime “uyan, uyan” diyorum.
Dün geceki rezilliğin bu şekle dönüşmesi, bana gece ve gündüzü hatırlattı, istemediğimiz bir şey olursa veya istediğimiz bir şey olmazsa, sanırız ki, hep gecedeyiz, oysa mutlaka sabah vardır.
Kahvaltı olmasa bile çok çok mutluyum. Karım uyanınca odanın manzarasının harika olduğunu gördü. Toplandık, aşağı indik, “kahvaltı var mı?” dedim. Bina öyle küçük ki, yine geldiğimizden koridordan geri çıkacağızı zannediyorum. “şöyle buyurun” dediler. Deniz kenarında bir veranda var, kapının alnında kocaman “Otel Limani” yazıyor, kahvaltı büfesi akıl almaz, her şeye razı olan insan o anda bulduğu beklemedik şeylerle ne kadar mutlu oluyor. Poğaçalar, simitler, şahane bir çay, deniz kenarında masamız, geceyi hemen unuttuk.
Görevlilere “Kepez ne tarafta?” dedim. Dün yolumuzu, yönümüzü şaşırmıştık. “Neden böyle oteller hep dolu” dediğimde, “üç gün sonra Anzak Günü, binlerce Anzak çocuğu, şimdi dedelerini anmak için Çanakkale’deler, ayin sonrası birkaç güne kadar bu kalabalık gider” dediğinde anladık ki 25 Nisan Anzak günü, bugün de 22 Nisan.
Hemen Kepez’in yolunu tuttuk, çünkü bugün yarın buralarda kalamayız. Otellerde yer yok, kaldığımız otel de bir gecelik idi. Kepez limanına geldik, aklımca orayı da programlamışım ya, liman sahasında dev gibi borular, kamyonlar, çekiciler, tüm gümrükçüler koşuşturma halinde, telaşın nedeni limana yurt dışından “rüzgar gülü” getirilmesi imiş, demonte halde, içinden araba geçecek büyük borular ve güllerin üçer kanadı liman sahasında yığılı idi. Bizimle ilgilenmeleri zaman aldı, öğlen oldu. Yazdık, çizdik saat:17’yi geçti.
Geri dönüşe geçtik, artık Keşan’a geri dönebiliriz. Keşan Cihan Otel’de gece için yer ayırttırmıştım, akşama oradayız. “Karşıya geçelim de öyle dinleniriz, boğaz çalkantılı” dedim, feribota kendimizi zor attık, Gelibolu’dayız.
Bu başarısız programlardan artık sıkıldım ya, “burada bir balık yiyelim, İlhan Restaurant’a gidelim” dedim. Nasıl olsa daha çok vaktimiz var, zaten karşıya Trakya’ya geçtik, 1-1,5 saatte Keşan’dayız.
Balıklar, kuzu ahtapotlar, karidesler, zeytinyağında Ezine beyaz peyniri kısa da olsa yolculuğumuz var ama, küçük bir şarap ta çok iyi olacaktı. Deniz dalgalı, lokantanın kenarlarına dalgalar vuruyor, çok güzel, hem de beklenmedik derecede güzel, hesap yapmadık, kendiliğinden gelişti ya, daha da keyifli oldu.
Saat 21:00 civarında “hadi yola” dedim. Arabayı aldık, köşede “Mevlana helvası” dikkatimi çekiyor. Yanında küçük bir konaktan bozma otel var, adı “Hotel Gelibolu”. “Helva alabilir miyim?” diye masumca soruyorum. “Hayır!” deniliyor, ana yola çıkıyoruz.
Aniden bir fırtına, ardından seller, sular, bir yağmur, arabalar, kamyonlar kenara çekilmiş, her yeri sel götürüyor. Bahar ya, geçer diyoruz. Rüzgar öyle arttı ki, araba sallanıyor. “Geri dönelim, Gelibolu’nda bekleyelim” diyorum. İnanılmaz bir hava, geri gelip, helvacının karşısında feribot bekleyen kamyonların yanına duruyoruz, feribot ta çalışmıyor, kimse arabasında inemiyor. Bekledik gece 24’e geliyor, Keşan’a döneriz diye otelde yer ayırtmıştım ya, artık ondan da umudu kestim. Bu havada gidecek olsak, 02:00 de ancak Keşan’da olacağız. “Ben, şu otele soracağım” dedim, korkuyorum, Anzaklar buraya da gelmiştir. Eşimden ses çıkmayınca hızla otele geçtim. “Odanız var mı?” “Yok efendim, doluyuz” dediğinde, ben de “bugünler şanslı günlerim, demek ki; dün de Çanakkale’de böyle rezil olduk, şimdi Keşan’a dönmeyecektik, o da olmadı, bari arabada yatalım” gibi saçma bir cümle kurdum. Yine aklıma programlı hayat, programsız hayat, umut, umutsuzluk, mutluluk, mutsuzluk geldi, kapıya yöneldim. “Beyefendi, çatı katında bir oda var, ancak yatakta oturamazsınız, başınız tavana çarpar, tuvaleti hafifçe eğilerek kullanabilirsiniz, ama çok güzeldir, yakın dostlarımız için…İsterseniz orayı verebilirim” dediğinde, hiç çıkıp bakma ihtiyacını duymadım. Arabaya döndüm, küçük valizle sırılsıklamız otele sığındık, dışarıda kıyamet kopuyor.
Çatıya çıktık, kapıdan eğilerek geçiyorsun ama, yatakların baş ucu çatı kenarına geldiğinden başımızın 20-30 cm üstünde tavan var, gülüştük, hemen yatış durumu aldık, uyumak ne mümkün çatıda, iki çatı penceresi var, yağmur camı dövüyor, bu kez gülüyoruz, eğleniyoruz, uyuyamıyoruz, sonunda bayılmışız. Gözümü bir açtım, oda pırıl pırıl, gündüz gibi, yağmur bitmiş, odaya ay ışığı dolmuş, gökyüzünde yıldızları seyrediyorum. Eşimi uyandırdım, gece yarısı bile arkada kalmıştı, değişen günü, değişen yaşamı konuştuk yine uyumuşuz.
Sabah kimse hayata dair tek kelime etmiyor, valiz toplanıyor, gece fark edemediğim merdivenlerden inip, konağın giriş katındaki avluda üç beş masada kahvaltı yapan Anzaklarımıza selam vererek, bir boş masaya oturduk. Bir sıcak ekmek kokusu, bir tereyağında yumurta, bir de üzerine zeytinyağı dökülmüş beyaz peynir, şahane bir zeytin, fırtınadan sonra böyle bir şey olamaz. Artık Keşan’da kalmak yok, plan, program yok. Kendimizi hayatın akışında Ankara yoluna saldık.
Sonraki günlerde; kendimizi “hayat, dalgalı deniz gibi, sonra durulur” diyerek, evrenin akışında bırakmaya, akışa aykırı davranmamaya ve yaşananları da olağan bulmaya alıştırdık. Ama yine de ben hep program yaptım, belki biraz programcıyı etkilerim veya istediklerimi ona duyurabilirim diye…
Nadir Elibol
Ankara, 21 Haziran 2020
Corona günleri