Genelde olduğu gibi yine Ankara’nın doğusundayım. 1978- 1779 yaz dönemi tahkikat nedeniyle, Gümrükteyim. Müdür acele odaya girdi. O zamanlar telgraf çekmek zorunlu bir iletişim şekliydi. “Efendim, Postacı size çok acele bir telgraf getirdi” dedi. Okumamış gibi katlanmış telgraf kağıdını uzattı “Akçakale Gümrük İdaresi derhal mahaline hareket. Evrak postada, çok ivedi. Bakan Gün SAZAK”. Teftiş Kurulu’nu öyle telefonla aramak yok, onlar hesaplarlar ve gününde bizi ararlar, acele Urfa’ya geldim. Oradan bir dolmuş buldum. Akçakale’ye geldim, mesai bitti bitecek, gümrüğü sordum, istasyonda dediler. Elimde mevzuat bavulu, siyah çantam, valizim. İki kolu dolu, akşam üzeri ve kravatlı bir adam,kim olacak müfettiş tabi! İstasyona geldim.
Gümrük odası, istasyon şefinin odasının yanında, kapılar açık, ortalıkta kimse yok, hava kararmak üzere, istasyon şefinin ve gümrük memurunun odasının önü taşlık, diğer yerler toz toprak. Ne işim var burada? Önemli tahkikat ne olabilir, bu üç göz istasyonda? derken, bir çocuk ortaya çıktı. Ben de, gümrük memurunu bana çağır demek gafletinde bulundum. İstasyon şefinin oğluymuş, üst baş toz içinde, sıfır numara traşlı bir kafa. Oğlan kayboldu. Bir anda yanında kıyafetinden demiryolları personeli olduğu belli bir adamla geri döndü, babası olmalı. “Buyrun beyim, bir soluklanın benim odama geçelim” dedi. Telgraf, Bakan, çok önemli, ivedi hepsi birden üzerime geldiler ve ben de “Hayır, sizin odaya değil, Gümrük memuru arkadaşın odasına gidelim” dedim. Olur ya odada bir evrak alınır, değiştirilir diye Müfettişlik yapıyorum. Toyluk işte! Gümrüğün kapısı ardına kadar açık olunca, kim ne alacak, ne alır? Ay,
144
akılsız adam! Bir göz odada, trenin haftada üç kez uğradığı bir istasyonda, ne olacak ki? Kibarca “Bana gümrük memuru arkadaşı bulur musunuz?” dedim. Karşılıklı sandalyelere oturduk, küçük oğlana seslendi “Ahmet’i çağır” dedi.
İdare Memurunun masasına oturdum, (İdare memurluğu en küçük gümrük idaresi, bazen iki-üç kişi bazen bir sağı solu gözlüyorum, oda dökülüyor. Düşündüm kasayı sayayım mı? Ambar var mı? Kasa defteri nerede? Falan filan. Neyse yarım saat sonra bir adam belirdi, kapının pervazını tutuyor. “Gelin içeri” dedim. “Hoooşşş Geeeeldinizzzz” dedi, güçlükle. Gümrük memuru sarhoş. Allah kahretsin! Kendi kendime kızıyorum. “Gündüz gelsene”, sonra düşünüyorum, “Ulan! herif evinde içti, saat oldu nerede ise 18:00, tabi ki sarhoş olacak” diye. İdare Memuru musun diye sordum, evet cevabını alınca, “Utanmıyor musun? Sarhoş olmaya” dedim. İstasyon şefinin “Beyefendi arkadaşımız sarhoş değil, yarım saat izin verin kendine gelsin” sözüyle ben de kendime geldim. Düşündüm, Gitsin ayılsın kendine gelsin, zaten bu halde bir şey yazıp çizemeyiz, belki de adam kekeme derken, memur kayboldu. Kaldım ortada. İstasyon şefi “Memur arkadaş alkoliktir efendim, izin verin iki kadeh atsın gelsin” diye ekledi, zaten memur gitmişti. Ani kararlar vermek gerekiyor ne yapmalıyım? Kasa, ambar, defter, telgraf, Bakan… çelişki içindeyim. Şef “Beyefendi açmısınız?” diye soruyor, ben “ulan bu da gümrükçü ile ortak herhalde” diyorum. Sonra düşünüyorum, burada ne iş olur? Şaşkın vaziyetteyim. “Hayır aç değilim” diyebildim. Aslında açlıktan ölüyorum. Çocuk çay getirdi, lütfettim, içtim. İdare Memuru kapıda belirdi. Çok güzel bir ifade ile “Hoş geldiniz Müfettiş Bey, az önceki durumumdan dolayı özür dilerim, emrinizdeyim, aç mısınız yemek hazırlattım. Bu gece kalırsınız herhalde, istasyonda bir göz oda var orada kalabilirsiniz, şefimiz de
145
istasyonda kalır, ben de yakında oturuyorum” dedi. Ben şok oldum. Müthiş bir hitabet, diksiyon, görgü, şahane bir adam. Hemen kendime “Hop dur bakalım Nadir, sen buraya soruşturmaya geldin” gevşeme demek zorunda kaldım.
Kibarca “Hadi bakalım kasayı sayalım” diyorum, metal bir sakız kutusunda 5-10 lira bozuk para var. “Kasa defterini işledin mi, işleyeceğin bir hesap var mı, defteri bağlayacağım” dedim. “Her şey tamam efendim” dedi. Kasa defterini imzam ile bağladım ki, kapıdan yetişkin bir delikanlı elinde tepsi ile girdi. Masaya bıraktı, konuşmadan kayboldu. Tepside kıymalı yumurta, ekmek, peynir, domates ve bir bardak su var. Yesem mi, yemesem mi?
“Memur Bey, adıma bir posta var mı?” dediğimde “Posta Urfa’dan yarın gelir, her gün olmaz efendim” dedi. Anladım ki ivedi telgraf ile postadan erken gelmişim.
“Efendi, lütfen soğutmayın, dışarıda yiyecek yer yoktur, yoldan geldiniz, lütfen yemeğimizi geri çevirmeyin.” Elime çatalı aldım, yemek bitince istasyonu iyice tanımıştım. Trenin haftada üç gün 10 dakika uğradığı bu istasyonda beş on kişi iniyor, binen yok. Burası Akçakale. Şimdi nerede yatacağız diye düşünüyorum. İstasyon şefi anlamış olmalı ki, buraya gelenlerin kaldığı bir yerden söz etti. İstasyon şefi bir odayı misafirhane gibi düzenlemişti. İtiraz edecek halim yok, zaten kasabada otel de yok. “Haydi yatalım” diyorum. Sabah ola hayrola.
Sabah her yer süpürülmüş, toz alınmış, oda biraz şekle girmiş. Ambarı açıyoruz, ambar denilen oda, istasyonun arka odalarından biri, içerisi eski ceket dolu, başka eşya yok. 200- 300 ceket, her yer eski ceket. İdare memuru, bunları Suriye’den gelen yolcuların üst üste giyerek, yurda sokmaya çalıştıklarını, kendisinin bunu engellediğini söyledi. “Çay, kahve, sigara falan
146
yok mu?” dediğimde bu kapıdakiler çay, sigara, tütün getirmez, yalnızca ceket getirirler dediğini hatırlıyorum. İstasyon şefi elinde zarf ile içeri girdi “efendim postanız” dedi.
Hızla odaya döndük, zarfı açtım. Üstte Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın yazısı, altında Bakan onayı, altında bir yaprak üç parçadan ibaret dosya.
Okudum, bir daha okudum. İhbar mektubunda Akçakale’de büyük yolsuzluklar olduğu, sürekli Suriye’den kaçak çay, tütün getirilip, mafya ile Urfa’ya taşındığı, bunu İdare Memurunun düzenlediği, 19 yıldır bu işi yaptığı, servetine servet kattığı, karısı ve çocuklarının Urfa’da sefahat içinde yaşadığı anlatılıyor.
İdare Memuru da ayakta kalmış bana bakıyor. Başımı kaldırdım “Sen kaç senedir buradasın?” Cevap “19 yıl Sayın Müfettişim”. 19 yıl, çocukları, karısı 40km uzakta Urfa’da, akşam da anlatmıştı, istasyon, her şey uyuyor. Uyuyor da, ortam ve adam uymuyordu. Ne çay, kahve, ne de yolcu var.
Göz göze geldik, gözlerinin içi gülüyordu. Sevinçten uçuyordu. Bir iki dakika sonra “Sağolun efendim, iyi ki geldiniz” sözleri ile dağıldım. Ne iyisi, ne gelmesi, ne teşekkürü, ulan herifi ihbar ediyorlar, adam iyi ki geldiniz diyor. “Efendim alttaki ihbar mektubunu ben yazdım.” Gerisini anlamakta güçlük çekiyorum. Konu kısa sürede aydınlandı. “Efendim, eşim ve çocuklarım Urfa’dalar kiradayım, okulları var, her hafta sonu gidemiyorum. Çok uzak değil ama maddi yükü oluyor. Her tayin döneminde beni buradan alın, alkolik oldum diyorum kimse inanmıyor, rapor ekliyorum cevap vermiyorlar. Bakın işte tayin isteklerime dair 15-16 adet dilekçe bu dosyada, yıllık izin de kullandırmıyorlar. Ne yapayım ben de bir müfettiş gelsin de durumumu görsün diye bu ihbar mektubunu yazdım. İhbarı ciddiye alsınlar diye de Bakan’a gönderdim” dedi. Dosyaları
147
açtım tayin isteği, izin isteği, sağlık raporu, çocukların durumu vs vs.
Bir rapor yazdım, aynı gün postaya verdim, eklere dilekçeleri koydum, ambar tutanağını ekledim, istasyon şefinin bile ifadesini aldım. Arkadan da teklif raporuna Devletin ciddiyet ve sorumluluğunun rencide olduğunu, bu kişiyi bu hale sokanların sorumlu tutulması gerektiğini yazdım. Raporları postaya verdim, tahkikat yaptığım şehre döndüm. İşlerim bitti, Ankara’ya ulaştım.
Teftiş Kurulu’ndayım. “Müsteşar Muavini Cemal Erbay sizi arıyor” dediler, Ankara istasyonundaki Müfettişilik odasından yürüyerek Bakanlığa geldim. O günlerde Müfettişler Bakanlığın içinde veya yakınında çalıştırılmazlardı. Herhalde İdare ile yüz- göz olsun istenmezdi. Ankara Gümrük Müdürlüğü üst katı Teftiş Kurulu’nundu. İstanbul’dan gelen müfettişler için orada üç yatak odası bulunurdu. Tv, video, müzik seti olan bir oturma odası- o zamanlar herkesin bu elektronik eşyaları yoktu ve bir müfettişlik odası vardı. Ertuğrul Konukman ile ben Ankara Müfettişi idik. Müsteşar Muavini eski Müfettiş bir ağabeyimiz, çok değer veriyorum, iyi bir bürokrat, rahmetli çok iyi bir insandı. Beni içeri aldı ve “Otur bakalım” dedi. “Sen ne biçim Müfettişsin, bu raporunda personelden sorumlu Ali Metin Yavuz’u mu kastediyorsun, yoksa beni mi? Kim sorumlu açıkca söyle bakalım” dedi. “Hangi Rapor Efendim” derken “Şu Akçakale meselesi” dedi. Acaba çok mu sert yazdım raporu diye düşünürken, “Şahane adamsın, çay içer misin? Bunu nereye gönderelim, söyle bakalım” dediğini duydum.
Müsteşar muavini rahmetli Ali Metin Yavuz da İzmir Gümrükleri eski Başmüdürü idi. O söylemiş olmalı ki, “Bu adamı İzmir’de tedavi olur, alkolden kurtulur, ne dersin?” dedi. Ben de olanları aynen anlattım, gülüştük, Müfettişliğimi takdir
148
ettiğini söyledi. O da böyle bir anısını anlattı. “Bu kişinin tayin yeri ve tedavisi işinde takdir sizindir efendim” dedim. Zaten tayin formülünü hazırlatmıştı, önümde imzaladı. İdare Memuru İzmir’e tayin oldu. Eskiden görevden çok, o görevi yapan insana önem verilirdi.
Bugün en küçüğü Gümrük Müdürlüğü olan Gümrük İdareleri, o zamanlar Müdürlük, Baş memurluk ve İdare Memurluğu olarak görev ifa ederlerdi. O İdare Memurları ki, onlar tek kişilik ordu gibi idiler, size ders verir, insanlık öğretirlerdi.
Sağolan eski İdare Memurlarının hepsini saygıyla selamlıyor, ölenlere de rahmet diliyorum.
149