1997 yılı olmalı, yanımda çalışan Recep evlenmiş, birkaç ay sıkıntılı cinsel sorunlar yaşamış, sonra bir arkadaşımızın kulağına yazdığı dualar ve bağladığı kurdale sayesinde olağan yaşama dahil olabilmişti. Tabi arkasından ofis çalışanları da Recep’e çoluk çocuk sormaya başlamışlardı.
Ben de bir gün “Recep, nasıl gidiyor evlilik?” diye sorduğumda, “Abi, bir önceki gün 3 kilo elma aldım, dün akşam eve geldiğimde, üç kilo elmadan bir tane yoktu. Ben de “kız, bu elmalar ne oldu?” dediğimde, “heç, yedim” cevabını verdi, abi bu karıyı anlamıyorum, biz iki kişiyiz, aptal mı, akıllı mı insan eşine bir tane olsun ayırır değil mi?” dediğinde işi uzatmadım. Araları biraz tatsız gibi idi.
Bir akşam ofisten çıkıyoruz. Recep yanıma geldi. “Abi, bana 200.-TL verebilir misin?” Her zaman istemez, ben de verdim. “Ne oldu lan, bir sıkıntı yok değil mi?” deyiverdim, sen misin soran “Abi, bu karıyı öldüreceğim, dün mahallede bakkala uğradım, veresiye defterini gösterince 380.-TL dediğinde aklım çıktı. Nasıl ya? Görebilir miyim dedim, adam önüme attı. Peynir, zeytin, makarna, arkadan çorba 3 adet, çorba 4 adet, çorba 2 adet, çorba 5 adet, bu ne yahu?” dedim. “Karın alıyor” diye cevap verince sustum, eve geldim. O anda gerçekten her akşam önümüze gelen çorbanın sırrını anladım. “Çorbaları sen yapmıyor musun?” dediğimde ben yemek yapmayı bilmiyorum, sen seviyorsun diye paketi bakkaldan alıp, su ile karıştırıyorum” cevabı üzerine, “Abi bu köylü kızının becerisini anladım, hiç bu kadar aptal olacağını düşünemedim” demişti.
Aylar geçti, Recep’ten ses çıkmaz oldu, ben de ofiste tüm yemeği hazırlayan Recep’in evde de bazen kendi, bazen de öğrettiği kadarı ile karısının birlikte yemek işini çözdüklerini düşünürken; bir gün saat:15:00 gibi, bir telefon, Recep telaş içinde, ofiste bir telaş, müdahele ediyorum. Recep’in karısı kanama nedeniyle hastaneye kaldırılmış, hemen cebine para koyuyoruz, Recep gidiyor, sonra arıyoruz, “karım hastanede” diyor, biz de takibe alıyoruz, sabah oluyor, meraktayız. Öğlene doğru Recep bizi arıyor, “Abi; karım doğurdu” diyor. “Bir kızım oldu” diye ekliyor. Personele soruyorum kimse eşinin hamile olduğundan haberdar değil. 2nci gün ve 3ncü gün geçiyor, tebessüm ederek Recep ofise dönüyor.
Odaya çağırdım. “Ulan, sen yalan mı söylüyorsun, bu doğum, doğurma, kanama ne? İstesen ben sana izin vermez mi idim” dedim. “Ne oldu anlat, bakayım?” “Abi, vallahi hamile olduğunu bilmiyordu? “Nasıl lan? Hadi sen anlamadın, karın kilo alıyor, elmaları üçer kilo yiyor, karnı büyüyor, fark etmedin mi?” dedim. “Abi…” dediğinde, “Karın söylemedi mi lan? “dedim. “Nadir abi, karım kendisinin hamile olduğunu bilmiyormuş, kimseye de soramamış, kilo aldığını veya karnında bir şişlik olduğunu düşünmüş” demesin mi? “Ulan sen yalan söylüyorsun, yarın doğum belgesini bana getir” dedim.
Ertesi sabah Recep yanımda, elinde doğum belgesi, yüzüme bakıyor ve ne diyeceğimi bekliyor. Recep, “oğlum hiç aranızda aga-ni-gi olmadı mı?” deyiverdim. “Abi önceleri canım istemiyor bahaneleri, sonra hastayım bahaneleri son 3-4 ay böyle geçti” “Oğlum kendisine sen bu durumu hiç sormadın mı?” dediğimde, karısının ağlayarak “sana sürpriz yapacaktım” dediğini söylemesin mi? Kızamadım, konuşamadım. İnsanların bu dünyada ve aynı güneşin altında yaşamlarını nasıl sürdürdüklerini biraz şaşkınlık biraz da hayretlerle düşündüm, kabullendim ve sustum.
Sonra anladık ki; günde 3 kilo elma yemesinin ve hazır çorbalarla günü geçirmesinin sebebi aşermesi imiş.
Hani; aptal dediğim veya öyle sandığım kadının “Recep sen bu işi bırak, bak çocuğumuz oldu. İki sokak ötede apartmana kapıcı ol, gider gelirsin” demesine kadar, Recep’e “çocuğumuzu büyütürken, kapıda çekirdek çitleriz” önerisine kadar.
Vazgeçtim, anladım ki; bu kadın, bizim saf Recep’imizi kandırıyor ve kullanıyordu. Bu kadın aptal değil, aksine çok akıllı idi. Recep’i bazen uyarıyor, bazen müdahele etmesini söylüyordum, artık karışmaz oldum.
Ta ki, çocuk hastalanıncaya kadar.
Bir gün Recep yine gecikerek geldi. “Abi, sabaha kadar çocuk ateşler içinde idi, ben de hastaneye götürdüm. Doktor, ateş düşürücü ilaç verdi, sabah uyanamamışım, geciktim” dedi. “Normal bunlar” dedim. Ertesi gün sabah yine Recep yok, öğlene doğru teşrif etti. Burnundan doluyor, dolanıp duruyor, sormuyorum. Yemekte “Abi, dün yine hastanede idik” diye başladı, ben de “olacak öyle şeyler, çocuk olunca normal, sorun etme” diye sözünü kestim. “Abi bu kez karıyı götürdük” demesin mi?
“Nasıl? Hayırdır?” dememle, “Abi, çocuğun ateşi dünden beri geçmiyordu, kadına sordum, çocuğun ilacını 8 saatte bir verdin mi?” dedim , o da “verdim” dedi. Ateş düşmeyince çocuğu aldık, yine hastanedeyiz. Doktor benim gibi sordu “İlacı, fitili 8 saatte bir verdin mi?” karım da verdim dediğinde “doktor ilacı istedi, baktı “evet, 3 tane kullanmışsınız, nasıl kullandınız?” diye sordu. Karım da fitili açarak, çocuğun ağzına soktuğunu, ancak çocuğun ağzının köpürdüğünü söyleyince doktor kendini kaybetti, odadan bizi çıkardı. Ateş düşürücü fitil bebeğin makatından sokulacak iken, bizim karı çocuğun ağzına sokmuş, eve girdik, çocuğu yatağa koyduğumuz anda, karıyı dövmeye başladım. “Aman Recep, deli misin? Sakin ol” dememe kalmadı. “Abi, sobanın küreğini aldım, sırtına, kalçasına, koluna vurmaya başladım, kadın yere yığıldı, bayılmıştı. Hemen komşuları çağırdım tekrar hastaneye gittik, kolu kırılmıştı, alçıya aldılar, kucakta çocuk sabahı ettik. Bu nedenle geciktim.”
Artık, akıllı uyanık kadın Recep’i kullanıyor demez olmuştum. Ancak zaman içinde gördüm ki; mutlu olmak için mutlaka akıllı bir eş olması gerekmiyordu, hep böyle bir arayış, gözlem veya tespitte de bulunmak gerekmezdi. Recep böyle bir eş ile yaşamını sürdürüyorsa, bence eşlerde aptal veya akıllı diye bir ayrım gerekmiyordu. Birlikte hayat paylaşılıyorsa, yıllar uçup gidiyorsa hayat senindi. Recep’in çocukları hemşirelik okulu ve astsubay okulunu bitirdiğine göre, Hayat mutlaka ona güzel.
Nadir Elibol
Ankara,14.04.2017
Corona günleri