Bulgaristan, müfettiş yaşamımın bitişinde, bana açılan yeni kapı.
İzmir’den İES (İzmir Elektronik Sanayi) firmasının KOZMOS marka televizyonunu satmaya çalışıyorum. Beğendiler 50 mi, 100 mü sipariş verdiler. Satış için Bulgaristan’a 1990 Ekim’i gibi ilk gidişim olacak. İşbankası emeklisi bir dostum Ömer Hancıoğlu Ankara Keçiören’de kadın iç çamaşırını imal ediyor. “Beni de götür” demesiyle numune iç çamaşırlar yanımızda, ortağım Münir abi ile yolculuğa karar verdik, pasaportlar, vizeler devam ederken, o zamanlar ofisime takılan rahmetli Fersan Bakalım “ben de” dediğinde, dördümüz Ankara’dan yola düzülüyorduk. Fersan biraz karışık, Nato’da çalışmış. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın istihbarat danışmanı rahmetli İsmet Toğman’ın yanında dolaşan bir adam, kredi çıkarıyor, para kapıyor, içiyor, sıçıyor, ortadan kayboluyor, parası bitince, tekrar sahneye çıkıyor, bizim ofise takılıyor, telefonları kullanıyordu.
Sabah araba yola düzülecek ya, herkes valizini, numunesini, çantasını, bagaja yerleştirirken; Münir kaşla göz arasında bagajın kenarına gazeteye sarılmış bir şey sokuşturdu. Daha taze müfettişim ya, gözümden kaçmadı. O sığdı, bu sığmadı derken, elimi Münir’in pakedine attım. Benim kapılarda halen devam eden Müfettişlik itibarımla kolayca yurt dışına bir şeyler –uyuşturucu- götürebilir düşüncesiyle, önce doncunun numunelerinin kutusunu karıştırıp, sonra gazeteyi açtım. Ne göreyim? Münir’in seccade, takke ve teşbihi. “Abi bunlara ne gerek var? Birkaç gün sonra dönünce kaza yaparsın” dedim. “Yahu! Bunun kapladığı yer ne? Bırak ben de ibadetime devam edeyim” dediğinde, çoktan bagajı kapatmıştım.
Yolculuk, İstanbul, Edirne, köfteciler, Kapıkule sınır kapısı, amacımız akşama Sofya’da olmak şeklinde başladı. 15-16:00’da Filibe’de (Plovdiv) Gergov ile buluşup Sofya’ya gideceğiz. Hava kararmadan (gece yolculuk çok tehlikeli) birlikte Sofya’da olacağız.
Kapıkule’de eski meslektaşlarımın ısrarı ile onları ziyaretler, sohbetler derken; biz 15-16:00’yı Türkiye’de harcadık. Plovdiv’e buluşacağımız otele geldiğimizde, Gergov hala bizi lobide bekliyordu. Münir’in 280-1980 model kurşuni Mercedes’i çok göz alıcı idi. Kapı, pencere kontrol edildi. Gergov güvenli aydınlık bir yere aldırdı. “Bu gece otelde kalıyorsunuz, sabah gideriz” dedi. Münir’in 42 Konya plakası otelin konusu oldu. Bir anda 3-4 kadın biz resepsiyonda giriş yaparken, sağdan soldan geçmeye başladılar. Ömer İle Fersan’a’a bir oda, ben ve Münir Abiye bir oda ayrıldı. Gergov “Kadınlar odanıza gelebilir, sakın kadınları almayın, tehlikeli işler olabilir” diye Ömer ile Fersan’a nasihatta bulunuyor. Münir hacı ya, benim de bu işlerde bezim yok ya, eski KGB ajanı Gergov bizi 21 civarında restorana götürdü. Yedik, içtik, Gergov annesinin evine geçti. Fersan “ben içki için diskoya çıkacağım” dediğinde Ömer ona katıldı. Ben de diskonun barına gitmeyi tercih edince, Münir “Ben seccademi arabadan alıp, odaya çıkayım” dedi.
Disco’da bir masaya üç sap oturduk. Konyak ve kahve söyledik. Yan masadan 25-30 yaşlarda bir genç erkek bana kaş-göz ediyor. 10-15 kız pistte, 3-4 erkekle dans ediyor. Ben adamın ibne olduğuna yorum yapıyorum. Bakışlarımızın karşılaşmaması için masadaki sohbeti yoğunlaştırıyorum. Birkaç dakika geçmedi ki, adam yanımıza gelmesin mi? Bana dönerek “Abi Türk müsünüz? Ben de Türküm” diyerek göçmen Türkçesiyle Fersan’ın yanına yanaştı. Ben bulaşmak istemiyorum. Çok duyumlarım var, Jivkov zamanı, Belini Adası sürgünleri, Türkleri sürgün edilişleri, öldürülüşleri vs.vs., Fersan “Bir kanyakta sen içer misin?” demesin mi? Kendi kendime kızıyorum, bu Fersan’ı neden getirdim diye. “Abi, ne iş yaparsınız?” diye adam söze başlayınca, Fersan tüccar olduğumuzu ve Sofya’ya gideceğimizi söyledi. “Abi, aşağıdaki otobüs sizin mi?” diye sorduğunda, ben de ona “sen ne iş yapıyorsun?” diye sordum. Bulgar “Abi, ben pezevenkim”. Kadehleri yere bıraktık, adama döndük, sanki doktorum, muhasebeciyim, terziyim der gibi, adam pezevenkim diyordu. “Şu dans eden iki kız benim, abi çağırayım mı?” dediğinde, ben masaya hâkim oldum. “Biz üç kişiyiz, bir de odada abimiz var, dört kız olsa olurdu, iki kız olmaz” dedim. “Abi yarım saate iki kız daha bulurum” diye bana ani bir cevap verdi, kilitlenmiştim. Ömer ile Fersan gelişmelerden memnun, ben işaret versem kadınları masaya çağıracaklar. Beni Bulgar kurtardı. “Abi, sen ne iş yapıyorsun?” dediğinde, aklıma hemen 1977 yılındaki Nusaybin Hac nöbeti geldi. Döviz yokluğu nedeniyle gizliden Hacıların yurt dışına çıkışlarına engel olunurken; Urfa Tüfekçioğlu otobüsü ile bir “hacı ana” 30-40 orospuyu pazarlamak amacıyla Kabe’ye götürmüş, büyük döviz kazanarak kızları geri getirmişti.
Bulgar’a bana yaklaşmasını söyledim, kafayı uzattı. Kulağına “kimse duymasın, ben Türkiye’de baş pezevenkim” dedim. Kendini geri attı. Böyle bir meslek, başbakan gibi, başkomutan gibi başpezevenk hiç duymamıştı. Bardağını yavaşça masaya bıraktı, saygılı bir duruma geçti. Karı-kız işini bıraktı. “Abi, başpezevenk nasıl oluyor? Sen ne yapıyorsun?” diye sessizce, ürkerek, saygıyla sordu.
“Benim yanımda 10-15 pezevenk çalışıyor” yavaşça kaşımla Fersan ve Ömer’i gösterdim. İkisi de 40’ını geçmiş, ben 35’indeyim. Hürmeti daha da arttı.
“Abi, Türkiye’de nasıl iş yapıyorsun?” mesleki sırlara ulaşmak istiyor. Ben de aşağıdaki otobüsü hatırlatarak, “Aşağıdaki otobüsü gördün mü?” Biraz önce Fersan’a kimin bu Türk otobüsü diye sormuştu ya, ben de “o otobüsü ben Sofya’ya götüreceğim, benim. 30 civarında kız bulup, Türkiye’ye götüreceğim, çalıştıracağım, 30 gün sonra geri getireceğim” dedim. “Abi, (yalvarır gibi) 30 kız ne yapacak? Sen ne kazanıyorsun?” diye heyecanla soruyor, gözlerinden dolar işaretleri çıkıyordu.
Ben de “Sofya’da bana 50-60 kız getirecekler, içlerinden 30’unu seçeceğim. Bunlar dans etmesini bilmeli, Revü kızı olursa daha iyi olur. Bunları İzmir’e götüreceğim. Çeşme’de otelim var. Kızlar orada akşam revü yapacaklar, yeme içme benden otelde 30 gün kalacaklar, denize girecekler, bir ay sonra Sofya’ya geri getireceğim. Her birine 1.000.-$ vereceğim” diye anında bir senaryo kurguladım. Bulgar ağzımın içine düşecek.
“Abi, sen nasıl para kazanıyorsun?” diye pezevenkçe bir soru sordu.
Yavaşça masaya yaklaştım. Sanki kimsenin duymamasını ister gibi, elimi de ağzımın kenarına koydum. “kızlar kahvaltıdan sonra denize girer ve dinlenirler. 10-12 arası müşteriye satarız. Herkes 12-14 arası yemekte olur isterse, yattığı adamla yemek yiyebilir, ona karısı gibi davranır, sonra isterse 14-16:00 arası tekrar çalışabilir. Böyle olursa 50’şer dolardan 100.-$ eder. Kızlar 16-19 saatleri arası serbesttir. Uyur, denize, havuza girer dinlenir. Akşam yemeğinde sabah ki adamla isterse kalabilir, ancak akşam yemek sonrası revü ve dans gösterisinden sonra erkeklerle beraber olabilir. Bu akşam işi 100.-$’dır. Her kızın bana akşam 200.-$ getirmesi gerekir.”
Bulgar’ın gözü uzaklara daldı. Günlük 200.-$, 30 kızla, 30 günle çarpıyor, parayı hesaplayamıyor. Gözlerini kapatıyor, hayallere dalıyor, arada bir bana bakıyor, eziliyor, küçülüyor, küçülüyor, hem seviniyor, hem de benden korkuyor. Gördüler ya, otelde beni bir Bulgar karşılamıştı. Biraz önce masaya yaklaşıp külhanca “bu iki kız benim” “ben pezevenkim” diyen adam gitmiş, kanyak bardağı kadar kalmıştı.
“Abi, ben de kız bulayım mı? Pezevenklere ne veriyorsunuz, demesin mi?”, artık ikinci kadehlerdeyiz ya, ben de coştum. Ömer’de, Fersan’da bana patron demeye başladılar.
“Bak delikanlı pezevenklerde kız başına 1.000.-$ alırlar” deyiverdim. Bulgar arkaya kaydı. Başı geriye düştü, çünkü bu otelde en güzel ve en genç bir kızın gecede 20.-$ aldığını, 10.-$’ı pezevenke, 5.-$’ı kıza, 5.-$’da otel kat görevlilerine ait olduğunu anlatmıştı. Yani zavallı kızların her gün (30 gün) iş bulması halinde, en çok 150.-$ kazanabileceği, pezevenkin de 300.-$ kazanmasının mümkün olduğu benzer bir ortamda, ben sadece ona 30.000.-$ verecektim. Masa hayaller alemine daldı, kafasını sudan çıkaran yok ve sayılar havada uçuşuyordu.
“Abi, ben gideyim” dedi. Onu gönderdik. Pistteki kızlara gitti, bizi gösterdi, gözden kayboldu.
Ömer ile Fersan “Yahu! Nadir sen ne karışıyorsun, bak pezevenki kaçırdın, kızlarda gitti” dediğinde Gergov’un ricasını ve ikazını hatırlattım, odalara dağıldık.
Münir abi uyumuştu. Sessizce duş aldım. Yatağa uzandım ki, kapı kibarca parmak ucuyla çalındı. Anladım ki bizim pezevenk kızları göndermişti. Yavaşça kapıyı açtım. İki kız içeri süzüldüler. İngilizce, Türkçe hayır mayır desem de kızların biri benim yatağıma yattı. Öbür yatakta Münir uyandı. Kız Münir’e doğru giderken pencere kenarındaki teneke “kola”ya gözü takıldı. “Alabilir miyim?” dedi. “Al” dedim, içmeden çantasına koydu. Masanın üzerindeki numune kolisinden kırmızı külotlar görünüyordu, eline aldı, diğer kıza Bulgarca bir şeyler söyledi, havaya külotu kaldırdı. Gülüştüler, Münir şaşkın halde, seccade, külot ve sutyenler masanın üzerinde, iki kız odamızda, seviniyor mu, yoksa üzülüp, Allah’tan af mı diliyordu? bilmiyorum. Ayaktaki kız Münir’in önünde eteğini indiriverdi. Hani yıllar önce Amerikan bezinden analarımız bizlere don dikerdi ya, paça kenarına dantel konmuş patiska donuyla ayakta duruyordu.
Türkçe bilen kız “para istemiyoruz pezevenke söyleme, külotları biz alalım mı? Ne isterseniz yaparız” demesin mi?
Münir gözleri açık yataktan doğruldu. Bir kızlara bakıyor, bir bana bakıyor, ne oldu, bu iş nasıl oldu, anlamaya çalışıyordu.
Kıza “eteğini giy” dedim. Kız yalvarıyor, “pezevenk beni öldürür” diyor. “Öldüremez” diyorum. “Ben buradan çıkamam lütfen” diye yalvarıyor.
Kıza sus işareti yaptım. Kapıyı açtım, kat görevlisi şişman kadın masasının üzerine başını koymuş uyuyor. “Gel buraya eteğini giy, kıza söyle, benim yatağımdan kalksın, ona da bir kola ver, külotları da alın, 5 dolar sana, 5 dolar da bu kıza” dedim.
Kolaları ve külotları hemen çantaya attılar, 5’er dolarları ayakkabısının tabanına koydular. “Şimdi 403 numaralı odaya gidin ve benim gönderdiğimi söyleyin” dedim. Kızlar sessizce yan odanın kapısını çaldılar, kapı açıldı, mutlaka Fersan karşılamıştır, kızlar hemen içeri süzüldüler.
Münir ne olduğunu anlamak için kaşı, gözü ile sessizce olayları sorduğunda, anlattım. Münir arkasını döndü, arada bir gülmesini karanlıkta ben de duyuyordum.
Sabah erkenden Gergov geldi. Erken ve çabuk otelden ayrılmaya çalıştırdım. Herkese “hadi, hadi” demekle ancak 8’de otelden alelacele ayrıldık. Yola Münir’i Gergov’un arabasına koyarak çıktık, biz de arkalarına takıldık.
Fersan’a “Akşam dinlenebildiniz mi? Diye sorduğumda “Oğlum sen büyük tüccarsın, karılar para bile almadılar” diye gülerek, cevap veriyordu.
Plovdiv’den Sofya’ya yolculuk için neden acele ettiğimi anlattığımda, herkes bana hak verdi. “Bence, Bulgar meslektaşım bütün gece karı-kız ne varsa uğramış, pasaportu olan olmayanı ayıklamış, eli yüzü düzgün, Revü veya dans bileni seçmiş, ustasına yakışır kızları sabahtan otelde hazır etmiş olmalıydı, kızları tembih edişinden bu anlaşılıyordu” dediğimde; herkes ben de Bulgaristan’da gelecekteki büyük başarılarımın işaretini görmüş oldu.
Ankara’ya dönüş yolunda, gerçekten Gergov, Kosmos televizyonları satmış, ortak 2-3.000.-$ kazanmıştık, ben de ileride gerçekleşeceğini bilmeden hayali tonlarca tuz satışına imza atmış ve Ömer birkaç kişi ile İstanbul, Edirne teslimatı her ay 500-600 külot satışı başlatmıştı.
Nadir Elibol
18 Ağustos 2017