Maden suyu fabrikası almışım, nasıl olacaksa, en akıllı ortak, en zengin ortak ve konuyu en iyi bilen ortak benim. Tabii ki; küçük bir rüzgarda devrileceğiz. Ben rüzgara karşı omuz veriyorum. 21 Şubat 2001’de cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer ve Başbakanımız rahmetli Bülent Ecevit toplantıda anayasayı birbirine atınca 3 gece overnight’ta %3000 ve 30 günde overnight’ta %300 faiz talep edilince fırtınaya dayanamadık ve battık. Hacizler, icralar, mahkemeler, 2001 yılı ekim ayında fabrika kapandı. Biz de bittik. Hani sıfır derler ya, ben sıfırı da tükettim, eksilerde sürünüyor, kimseye belli etmiyorum. Gaz alacak para yok, gelen misafire çay yok, çünkü “gazda arıza var” diyoruz, düşünün artık.
Bulgaristan’da, Rusya’da, Azerbaycan’da çok deli paralar kazanmışım, şımarma değil, ama benim devrilmeyeceğim mutlak. Kazandığım gibi kaybettim diyorum. Dolum makinalarını satmak istiyor, eşe dosta teklifler sunuyorum, piyasa öyle kötü ki, herkes sinmiş, herkes dinliyor, hep “düşünelim” diyorlar.
Karabatak bir eski arkadaşım var, adı Uygur Acuner. Bir bakıyorum altında 7.35 BMW, cebinde tomarla dolar. Bir bakıyorum benden 1.000.-2.000.-$ istiyor. Bu zor durumumda ondan bir miktar para istemeyi kafama koydum. Ben ona zamanında elimi uzatırdım ya, o da aynısını yapar diye düşünüyorum. Yine adres değişmiş, bu kez Yıldız’da bomba gibi bir ofis, hostes gibi giyinmiş iki güzel sekreter ve köpeği Baron. Çay, kahve derken; “Abi, bana 300-500.-$ borç verebilir misin?” dediğimde, hayatımın en büyük dersini aldım. Yere düştüğünde avucuna toprak alarak kalkmak ve bakanlara da “toprak almak için eğildim” demek gerektiğini öğrendim. Bitmiş olduğumu hemen anladı. 100-200.-$’la ne olur? Ekmek, gaz alacak para
351
bitecek diye düşündü ve bu adam bitik, buna para verilmez dedi. Bana döndü; Kıbrıs’ta ne kadar güçlü olduğumu biliyor ve görmüştü “Bana Kıbrıs’taki 4 uçağı almama yardım et” dedi. Alay ettiğini düşündüm, ben 300-500.-$ borç istiyorum, o bana “uçak al” diyor. Bakıştık, “Evet! Sen yapabilirsin, aramıza gir, dostlarınla konuş” “Abi, sen anlamıyorsun, ben de ofise gaz alacak para yok, sen Kıbrıs’a git diyorsun” dediğimde, “ben biletleri alırım, şu da paran, yolda gerekir” dedi.
“Nadir, ikisi uçuyor, ikisi hurda 4 adet Boeing 727 uçak var, Kıbrıs Türk Havayolları ihaleye çıktı, ama satamadı, talibi yok, 2.500.000.-$’a hepsini al, gel!” dedi. Gülüşmeye başladık, “4 uçak 2.5 Milyon olur mu?” dedim. “Ben; 4’e satarım, farklı bölüşürüz.”
Bu laf yetti. Kıbrıs nasıl sıcak, uçağın kapısını açınca sıcak buharın içine dalıyorsunuz, saunadan tek farkı 100-200 metre uzağı görebiliyorsun. Kenan, Mustafa Uzun’un (Mülkiyeli abim) kardeşidir. Beni aldı, Girne’de Kıbrıs Türk Havayolları Genel Müdürü’ne gittik. Ters bir şey var, ben malı almak istiyorum tamam da, adam bana malı acilen satmak istiyor. “Kaça alacaksınız?” falan diye soruyor, bir çapanoğlu var gibi hissediyorum. Neden acele satmaya çalışıyor diye düşünüyorum. “Yarın yönetimi toplayayım, sizi bekliyoruz, biri hiç işe yaramaz ama parçaları kullanılabilir, diğeri hasta ama tedavi edilebilir, belki uçar, ikisi Avrupa’ya uçamaz ama hala Kıbrıs-Türkiye arası uçuyor” dedi. Adam çok hevesli, acaba para mı isteyecek diyorum. Yemek yiyoruz, dağılıyoruz. Uygur’u aradım. “Bu iş tamam” dedim. “Nadir hemen sözleşme yap, vazgeçmesinler, ben iki uçağı 4.500.000.-$’a Ermenistan’a sattım. İki hurda da bize kalıyor” diyor. O mutlaka uçakları 6.000.000.-$’a satmıştır. İki hurda uçağı da bir yerlere çoktan okutmuştur, diye düşündüm.
352
Yönetimde, Türkiye’den bir temsilci var. Türkiye’de Bakanlık yapmış bir kişi, milletvekilliğini de öne çıkarıyor, kendisinin muhatap alınmasını istiyor. İçimden “haydi hayırlısı” dedim.
Konuşmalar tamamlandı, sözleşmeyi imzaladım. 100.000.-$ kaparo için 15 gün verildi. 2.500.000.-$’a uçakları aldım.
Ankara’ya döndüğümde; tebrik etmek yerine Uygur’un ilk tepkisi “bunu 1.500.000.-$ bitiremez misin?” oldu. Şaşırdım. Dün 2.5 milyonu söyleyen de o idi, bugün 1.5 olsun diyen de o. “Nadir 2.500.000.-$’a satabileceğiz, Ermeniler vazgeçti” Saçma bir yöntem. Kızdım ama kızacak halim yok. Ben işi bağladım ya artık beni kullanarak, KTHY’nı bağırtacak.
353
Birlikte Kıbrıs’a gittik, fiyat indirmenin dışında bu kez 100.000.- $ kaporayı bulmak sorunu ortaya çıktı. Uygur bunu bulamaz, bulsa da vermez. Devreye Mustafa Erbaş ve rahmetli Bülent Gürel beyler girdi, İstanbul’da SOFİTEK adlı uçuş firmaları var. Bu firma uçak alıp satabilir durumda idi. Tabii ki Uygur ve ben uçağı alsak nasıl satacaktık hiç düşünmemiştik. Bülent ve Mustafa uçağın hem teknik yanını bilen kişiler, hem pilot, hem de para sahibi idiler. Hem de çok düzgün insanlardı. Sonuçta, onları da aramıza aldık, yeni ortaklarımız oldu. Onlar da Kıbrıs’a geldiler. Arkadaşım Kenan devrede, eski ticaret ataşesi, Kıbrıs’ta Ekonomi Bakanlığı, Başbakanlık, Maliye Bakanlıklarında çalışmış. Uygur, Bülent ve ben satış sözleşmesini hazırladık, imzaladık. Kaporayı, teminat mektubunu verdik. Uçaklar artık bizimdi.
Uçaklardan ikisi Türkiye-Kıbrıs uçuyor, biri de Antalya’da arızalı ve 3-4 aydır yatıyor, bir diğeri Ercan’da kenara çekilmiş, çürümeye terk edilmiş. Bülent ve ben KTHY’da çalışmaya başladık. Günler hızla geçiyor, Belçika ile ABD
354
temaslara geçiyoruz. Bu uçakları biz ithal edecek miyiz? Kullanılmış olunca nasıl olacak? Hazine Dış Ticaret buna izin verecek mi? Problemler başladı. Bir yandan da yeni müşteriler aranıyor. Bülent İranlılarla konuşuyor, Ruslarla Ermenistan’ın arası düzeliyor diyoruz. Avrupa, sesten dolayı bu uçakların iniş kalkışına izin vermiyor. İran alacak diye koşuşturuyoruz. Mustafa ile Bülent, Libya ile kontaktalar. Bu kez de Amerika’nın ambargosunu konuşmaya başladık. Libya’ya Boeing bu uçakları sattırmaz, satılırdı, satılmazdı derken; 3 Ermeni İstanbul’a geldi. Uçakları görecekler, uçaklar Kıbrıs’ta ve Antalya’da. Kıbrıs’ta uçakları görmek istiyoruz dediler. Ermeniler, Kıbrıs’ı devlet olarak tanımıyorlar, onlara vize nasıl alınacak, vize işlemi 5-6 gün sürecek, Kıbrıs Dış İşlerinden dostlarımız devreye girdi, rahmetli İsmet Kotak’a konuyu açtım. “Kolay” dedi. “Binsinler Kıbrıs uçağına gelsinler, havaalanından çıkmazlar, apronda uçakları görürler, şehre giriş olmayınca vize de gerekmez” komik ve akıllıca bir çözüm gibi geldi. Ermeniler Kıbrıs’a indiler, ben ve Kenan karşıladık, hadi uçağa gidelim demeye kalmadan çok yorgunuz bitkiniz demesinler mi? Otele gidelim sabah bakarız dediklerinde, vize işini biz hallederiz demiştik ya, işler karıştı. Kenanla birbirimize bakıştık. Durumu polis ve istihbarata anlattık. Şimdilik tek müşteri bütün Kıbrıs uçakların satıldığını biliyor. Gazeteler boy boy haber atmışlar. Kimi ülkenin malını çaldılar diyor, kimi KTHY büyük dertten kurtuldu diyor. Yanımıza bir güvenlikçi aldık, otele gittik, ben Girne’de otelde kalmama rağmen Lefkoşa’da otel ayarlandı. Pasaportlar alıkonuldu. Otele giriş yapılmadı. Ermeniler gecenin ilerleyen saatinde otele yerleşti, sabah çok erken havalimanında idik. Uçakları gezdik, her şey tamam. İstanbul uçağına yolcuları koyduk ve tembih ettik, Kıbrıs’a almadılar geceyi havalimanında geçirdik, bakın damga bile yok falan filan, gönderdik, James Bond senaryosunu kopyalamış gibi.
355
Bülent ve Mustafa 3-5 gün sonra bildiriyor ki, Ermeniler yine Rus hava koridoruna takılmışlar, tamam bitti dediğimiz iş yine başlangıca döndü.
Süre daralıyor ve umutlar gidiyor. Bülent’in Libya ile işi bağladık demesiyle tekrar canlandık. Bu kez iş ciddi gibi Libya’dan kaparo istenmiş, 200.000.-$ vermişler, paçayı (100.000.- $’ı) kurtardık gibi. İlk parti İstanbul üzerinden 12-13 mühendis geldi, oteller yemekler gürül gürül çalışıyorlar, ardından 5-6 mühendis daha, ardından bir o kadar daha, 23 Libyalı mühendis sabah 5’de namazdan sonra havaalanına geliyorlar, gece 22-23’de gidiyorlar. Yaklaşık bir ay çalıştılar. Sonra öğrendik ki, yatan uçakları motor, aksam ne varsa parçalamışlar. Libya’dan ve ABD’den gelen parçalarla Antalya’dakini de tamir ederek Ercan’a taşıdılar. İki uçak yenilendi ve üçüncüsü de bomba gibi oldu. Ercan’da yatanı da baş, gövde bıraktılar. İşlem bitti dediklerinde uçuşlar için hat izni peşine düştük. Mustafa ile Bülent Belçika’dan “clerance number” aldılar, uzun bir süre geçti. Ben Ankara’da yollar arıyorum. İthal edip, ihraç mı edeceğiz? KTHY’ları Mustafa’nın uçuş ve uçakla ilgili SOFİTEK şirketine fatura kesecek, ama mal (uçaklar) nereye gelecek? Gümrük Bakanlığı’nda ve Hazine Dış Ticaret Müsteşarlığı’ndaki arkadaşlarla ilginç bir çözüm bulduk. Uçaklar Yeşilköy Serbest Bölge’ye getirilecek, burada evrak üzerinde giriş-çıkış alacak, uçaklar AHL’ye inmeden İstanbul üzerinden Libya’ya gidecekler. İzinleri Müsteşar, Bakan imzaları ile aldım. Çok komik oldu. Uçakları Türkiye için satın alıp, ülkeye gelmeden Libya’ya satıyorduk. Havada rota değiştirip gideceklerdi.
Türkiye’de bir ilk olacaktı. Olursa tabii, heyecan herkeste vardı, ama ben de ise böyle bir işlemin güçlüğünü bilmemden dolayı gizli bir telaş ve hatta korku vardı.
Kıbrıs Türk Havayolları faturaları, Arap-Türk Bankası’na gönderdi, banka parayı uçak Türk hava sahasını terk edince
356
serbest bırakacaktı. Banka Müdürü ve tüm ekip Arap Türk Bankası’nda toplandık. Onlar için de, bizim için de tarihi bir gün oluyordu. Öğleden sonra uçaklar hareket edecekti. Uçaklar, Belçika’dan alınan izne göre Türk kuyruk numarası alarak uçacaklardı. Ama Yunan hava sahasından nasıl geçilecekti? Bütün Akdeniz Yunanlılara aitti. İşte o anda pilotlar Uygur ve Bülent devreye girdiler. İlk uçak kalktı, 10 dakika sonra ikinci, 10 dakika sonra üçüncü havalandı. İstanbul rotasını; Burdur, Isparta üzerinde İzmir’e çevirdiler, sonra Çeşme üzerinden kısa bir uçuşla Yunan hava sahasından uluslararası hava sahasına katıldılar. Uçaklar havada idi. Libyalılar ile sürekli görüşülüyordu. Tebrikler, kutlamalar, çığlıklar, sevinç ve zafer. Bankada çılgına dönmüştük. Gece paralar SOFITEK şirketine aktarıldı. Biz de bittik, uçaklardan birinin ön camında sorun çıkmış, ama üçü de Libya’ya inmişlerdi. Ertesi günü benim Lefkoşa hesabımda yüklüce bir miktar dolar gözüküyordu. 300-500.-$ borç almaya gitmiştim, nerede idim?
Belki yirmi defa Kıbrıs’a gitmiş, gelmiş ve yaz geceleri Kıbrıs’ın yıldızları ile konuşmuştum. Onlar benim oyunumun sessiz seyircileri idi. Onlara “şimdi ne yapacağız” diye sorardım. Onlar da “sakin ol, sakin ol” diye tekrarlardı. Maden suyunda kaybettiğim paranın önemli bir kısmını ödeyebilir duruma gelmiştim. Nefes almıştım. Tabii katkısı olan tüm dostlarıma, onları incitmeden gereğini yaptım. Benim salak arkadaşım Kenan ise, hemen karısına Honda Jeep aldı, sonra da karısından boşandı.
Kıbrıs’ta herkes memnun idi ki, gelen telefon ile teminat mektubunu geri almamız istendi. Ancak uçağın gövdesinin alandan çıkarılması şart koşuluyordu. Kıbrıs’ta bunu yapacak adam yoktu. İstanbul’dan iki hurdacı arandı, ikisi gövdenin hurdası üstüne ayrıca para istiyorlardı. Az bir para da değil, biri 40.000.-$, diğeri 60.000.-$ istiyordu. Paraları bölüşmüştük. Hatta kumarbaz
357
Uygur belki bir iki günde parasını bitirmişti bile. Bu iş de Bülent’le bana kaldı. Kıbrıs Türk kuvvetlerinin askeri vinç ve imkanları vardı. “Keselim, taşıyalım”dedik. Kanatları usturuplu kestirdik, taşıyıp tekrar birleştirirsek Girne Amerikan Üniversitesi’nin Rektörü uçağı kabul edecekti, onlara bağışlayacaktım. Onlar da tepeye uçağı yerleştirecekler, kanatları tekrar monte edecek ve cafe yapacaklardı. Hoş bir fikir idi. Uçağı kestik, çektik, havaalanının dışına çıkardık, ama üniversite vazgeçti. Teminatı çözdük, hava alanının dışına çıktık diye ama , bu kez karayolları, Belediye, polis ile başımız belaya girdi. Hafifçe sinirlenmeye başlamıştım. Girne’de yemek yerken, gazeteci ve dalgıç olan bir bey (herhalde yine Kenan’ın arkadaşı idi) masamıza geldi. “Olayları bize anlatır mısınız?” Diyordu ki, “başa bela olan bu uçak gövdesinden dolayı keyfimiz kaçık” dedik. Hemen konu değişti, uçağı bıraktık, konu deniz, dalgıç, balık oluverdi.
Şansa bakın! Girne Belediyesi, profesyonel bir dalış kulübü, amatör dalgıçların yardımı ile gece iş şekillendi. Ertesi günü çok az bir masrafla uçağın gövdesini denize attık. Bu dalış okulları için çok önemli bir imkan imiş, hem balıkların yavrulamaları için çok iyi bir ortam imiş, hem de kapıdan giriş, camdan çıkış gibi koşullar nedeniyle dalgıçların öğrencileri ile alıştırma alanı oluşturuyormuş.
Sanki, uzun zaman önce (sekiz-dokuz ay olabilir) bir derin nefes almışım da şimdi soluğumu geri veriyorum gibi, nefesimi Girne sahillerinde bıraktım. Deniz kenarında gördüğüm beyaz martılar, Libya Burak Air’in üç uçağı oluverir, o martıların kaptığı balıklar da Girne’de suların dibindeki uçak gövdesinde hayat bulan ve benim kısmetim olan balıklar oluverir.
358