Bulgaristan’a binlerce ton tuz göndermişim, arkadaşlar “Bulgaristan’ı 10 cm tuz ile kapladın” diye şaka yapıyorlar. Mineral İmpex firması bizim MKE ve ETİBANK’ın karşımı gibi bir şey. Önceleri tuzun halkın tüketimi için alındığını zannederken, sonra tuzun sanayinin en stratejik maddesi olduğunu anladım. Gıda sanayi, boya, tekstil her yerde kullanılıyordu. Ben tuz veriyor, paramı alıyordum, ancak zamanla acil durum ortadan kalkıp, Romanya’dan tuz alınabilir olduğunda, tuza karşılık mal teklif etmeye başladılar. Benim için değişen bir şey yoktu, anlarsam o maldan da para kazanabilirdim. Kazandığım para ile ortaklarıma tüm taahhütlerimi yerine getiriyordum. Kimi için Almanya’dan Mercedes alıp, Yugoslavya’da üzerlerine geçiriyordum, çünkü onlar en yakın ve vizesiz oraya gidebiliyordu. Orada noterde satış yapıyordum. Kimi için, Almanya’da para tutuyordum. Bunlar beni hiçbir şekilde ilgilendirmiyordu, ben verdiğim sözleri tutuyordum. Eski ve yeni komünistler de benim bu davranışlarımı gözlüyor ve benimle iş yapmak istiyorlardı.
Strazhitsa şehrinde gittiğimiz bir fabrikada, radyatör, elektrikli vinç satmak istemişler, ben de, iki kamyon panel radyatör, bir kamyon elektrikli radyatör siparişi vermiştim. Parayı peşin ödemiştim. Bu davranışım karşısında Genel Müdür ve Gergov şaşırmışlardı. Ben de duygulanmıştım, yine heyecanım, duygularım aklımın önüne geçmişti. Bu yaşıma rağmen bunu hala çok sık yaparım. Gergov’la nerdeyse kan kardeş olmuştuk, ona, onun ülkesinde beklemediği bir jest yapmıştım, onlar da bana Çekoslavak fayansı ile cevap vermişti.
Gergov bir gün tuz parasını alamadığımız bir peynir fabrikasından, bir TIR, 1000 teneke peynir almamı istemişti.
245
Radyatörden de, peynirden de anlamam, ama artık yapacak bir şey yok, ona da, evet dedim.
Peynir, İstanbul’a Halkalı’ya geldi. Dostum, arkadaşım Nazım Bilican İstanbul Başmüdürü, bu bilmediğim peynir işinde bir sıkıntı olursa ona giderim diye düşünüyorum. Tenekelerde salamura peynirin muhafazası için herkesin bildiği gibi tuzlu su var. Bildiğimiz beyaz peynir, tuzlu su, teneke ambalajın içinde. Tarifede biri iç muhafaza, diğeri dış muhafaza olarak geçiyor. Muayene Memuru ve Müdür brüt kilodan vergi istiyor, ben net peynirin kilosundan vergi ödemek istiyorum. Suya niye vergi ödeyeyim? Mevzuatta öyle söylüyor. Nazım dostum, sınıf arkadaşım, “sen haklısın Nadir, ama konuyu bir de Gümrükler Genel Müdürlüğü’ne aktaralım” demesin mi! Bu dostluk sonucu peynirler soğuk hava deposunda bir ay bekledi. Hem Gergov’a, hem peyniri satana, hem gümrükçülere her gün hatır sordum. Sonuçta bizim haklı olduğumuza karar verildi. 1000 teneke peyniri ithal ettik. Hemen satarız diyen Münir Abi ve Tuncer müşteri bulamamışlardı. Sonra Afyon’da “Dempaş” adlı şirkete 1000 teneke peyniri şartlı götürdük, beğenirlerse alacaklardı, buna da razıydım.
Kamyonla geldik, ”Dempaş”ın sahibi Demirayaklar Tuncerle tanışıyor. Yaşlı babaları bana “delikanlı kap, bir teneke getir” dedi. İşte ticaret bu idi, müfettişlik falan sökmezdi. Kucağımda 18 kg’lık teneke ile odaya girdim. “Sehpanın üstüne koy”dedi. Yaşlı adam diye içimden homurdandım. Adam tenekeye yandan eliyle küçük tokatlar atıyor, hafif hafif vuruyor. Birilerine “Bana bir keser getirin” dedi. Keserle tenekeye dokundu “tıs” diye bir ses çıktı, burnunu yaklaştırdı. “Delikanlı bundan kaç teneke var?” “Hacı amca 1000 teneke” dedim. Oğluna döndü “Kaç lira konuştunuz?” “3,5 dolar baba” dediğinde “4.5 dolar verin” dedi ve ekledi “Şahane peynir, en az 6 ay salamurada kalmış, %45
246
üzeri yağ var, biraz tuzlu, tenekede 16,5 kg değil 17,5 kg peynir var, bunun gerisini getir” dedi. Daha tartmadık, tatmadık, herkes aptallaştı. Paramı peşin aldım. Getireceklerime de 21 günlük çek vereceğini söyledi. Bizler peynirle tanıştık. Bursa’da Umur adında bir dostuma da numune bırakmışım, teneke peynire bayıldı. Hemen iki TIR’da o sipariş verdi, parasını peşin ödedi.
Parayı hissettim ya ben de, hemen Gergov’a iki TIR daha sipariş verdim, TIRlar Bursa’ya geldi. Bursa’da soğuk hava deposu kiralamıştık, sonra TIR’lar gelmeye başladı. İstanbul Rami’de (gıda toptancıların olduğu yer) hemen ismim fabrikalarda duyuldu. Herkes benden peynir istiyor, tabi bazıları da benim peynir imalathanemi araştırıyor, bazıları da gümrükten soruşturuyorlar!
Gergov, bazı Türklerin Sofya’da olduğunu, peynircileri gezdiğini bana bildirdi, ben de Türkiye’deki gelişmeleri anlatınca ortak bir çözüm aradık. “Sofya çevresindeki tüm peynircileri bağla, ikişer, üçer bin dolar para dağıt, para almadan ihtiyaçları olan tuzu götür teslim et” dedim. Anlaşmalar yaptı, çoğunu bağladı.
Küçük iş yapanlar bu durum karşısında sahneden çekildi ise de, İstanbul’da “YR” işaretli Bulgar tenekeleri gözükmeye başladı. Bu kez ben araştırmaya başladım. “Yasif Romanov” adlı bir vatandaşımızın Türklerin yaşadığı bölgelere el atmış ve peynir yaptırmaya başlamış olduğunu gördüm.
Artık işler ticarete dökülüyordu. Biz tuz ile kolayca devrede idik, ama Türk peynir pazarı da Yasif Bey’in elinde idi. Benim getirdiğim peynir daha kaliteli idi, ama satışım başarısızdı.
Cepheyi terk etmedim, yalnızca biraz geri çekildim, Bursa ve Anadolu’ya yönelmeli idim. Bir iki şehir bana yeter diye
247
düşündüm, İzmir’e yöneldim. Bursa’da depom var, Afyon’a uzanıyorum, Afyon üzerinden Konya, Antalya, Ankara gibi önemli lojistik merkezleri tutacağım.
Ankara’da bir arkadaşım “Tansaş’a satış için yardımcı olayım” dedi. Tansaş’a nasıl mal satılır? Büyük marketlere nasıl pazarlanır? Hiçbir bilgim yok. Genel Müdürlüğe gittim, Genel Müdür Mülkiyeli, eski müfettiş, sempatik yaklaştı, buna rağmen gördüğüm ilgi, sonuç vermedi ve pazarlama müdürü, satın alma müdürü derken gıda şefine kadar aşağılara indik. Peynir’i artık anlıyor ve senelerdir yapıyormuş gibi anlatıyordum. Sık sık Hacı amcanın showunu yapıyor, “koklayın, dokunun, sesi duyuyor musunuz? Bu kokuyu nerede duydunuz?” falan diyorum. Neyse, peynirin üstün lezzeti ve %45’in üzerindeki yağ oranı ile anlaşma yapabildik. Artık Tansaş’a mal vereceğim, sezon boyunca rahatım, sonra da depolayacak, oradan çalışacaktım.
Birkaç ay Tansaş’a hızla sevkiyat yaptık, ancak 30 günlük çekler önce 60 gün vadeye, sonra 90 güne çıktı. Ben nedenini araştırıyorum “faiz oranı, işletme maliyeti, raf bedeli, stok finansmanı vs. vs.” anlatmaya başladılar.
Saygı duyduğum, tecrübesine güvendiğim bir ağabeyim ile Abidin Daver Sokak’taki ofisimde sohbet ediyoruz. Rakıyla Bulgar peynirini tadıyoruz, konu Tansaş’a, oradan çeklere, oradan vade farklarına geldiğinde “Bunlar palavra oğlum, sen ilgililere bir ödeme yapıyor musun?” dedi. “Hayır abi, ben partiden dostlarımın vasıtasıyla ve kendi kalitem ile bu peyniri sattım” dedim. Birer yudum daha alınca ikimizde ne konuştuğumuzu, konuştuğumuzun anlamını kavradık, gülüşmeye başladık. Peyniri öğrenirken, ticareti de öğrenmeye başlamıştım. Ben üretilen tüm eski peynirleri alıp tüketince, Bulgarlar salamurayı beklemeden, peynirleri yetiştirmek için 10-20 günlük iken yüklemeye
248
başlamışlardı. Yani aceleye getiriyorlardı. Taze iken, hem peynirin mayalanması devam ediyor, hem daha ağır geliyor, hem daha yumuşak kalıyordu.
Tansaş’ta bahaneler çoğaldı. Ben birkaç partiyi depoladım. Ancak depo kirası, bekleme süresi, finansman maliyeti derken, ben aynı fiyata peyniri veremez oldum. İyi peynir en az 6 ay salamurada kalmalı, mayalanma tamamlanmalı, maya ölmeli, peynir tuttuğu suyu bırakmalı, sertleşmeli idi, siparişlere yetişemedim, stok tutamadım, peynir işini beceremedim.
Sezonun arkasından peynir üretimi azaldı, Yasif Bey benim birkaç katım peynir çekti, piyasaya “YR” işaretli tenekelerde verdiği Bulgar peynirini, Türkiye’de yaptırdığı peynirler ile destekledi. Ben de peynir treninden atlayarak, kendimi kurtardım..
Bilgili ve becerikli olmak, akıllı olmak, şartları iyi kullanmak ticaret için yeterli değildi, ticaret tecrübe idi.
Değerli büyüğüm Ahmet Kuyucu’nun ifadesiyle “Ticaret; mala ve paraya hakim olabilme sanatı, mal ve para trafiğini yönlendirme yeteneği” idi.
Öğreniyoruz.
249