Birkaç arkadaş Çiçek Pasajı’ndayız. Gece çok keyifli ama bu kez, bizleri bekleyen evler var. Sürekli seyahat olunca, ya kıdemlilerle bir odayı paylaşıyoruz, ya otelde kalıyoruz, ya da amca, dayı yanı oluyor. Masada bulunanların hiç birinin arabası yok. Ben ve Savaş gece yemeğin sonunda Taksim’den Bakırköy’e giden dolmuş durağının yolunu tuttuk. Dolmuşun arka dörtlü koltuğuna, ben sol cam yanına oturdum. Savaş önce inecek o da sağ yanımda oturuyor, onun yanında iki kişilik boş yer var. Bizler devletin verdiği çantanın modeli eski diye, bond çanta denilen yeni çantalar almışız, çantalar kucakta, kravatlar ve takım elbise üstümüzde, büyük ciddiyetle oturmaktayız. Savaş’ın yanına iki sarhoş oturdu, onlar da bizim gibi kravatlı, ceketli.
Dolmuş dolunca yola koyulduk, hiç konuşmuyoruz. Cam dibindeki adam, öne eğiliyor, başını bana çevirerek bakıyor, gülümsüyor, tekrar geri çekiliyor. Tekrar eğilip bana bakıyor, göz göze geliyoruz, tekrar geri çekiliyor. 2-3 derken “Abi nerede çalışıyorsunuz?” diye söze başladı, cevap vermedim, tekrarladı “Abi, sizler nerede çalışıyorsunuz?” Başımdan savmak için “Maliye’de” dedim ve başımı sola döndürdüm. Adam iyice uzadı “Abi neresinde çalışıyorsunuz?” dediğinde, herkes vergi dairesi falan-filan bilir ya, anlayamayıp sussun diye “tecil- taksitlendirme” dedim, keşke demeseydim. “İyidir abi, sızmasa da damlar, valla” diye işe girişti.
Savaş’ta, ben de kurtuluş olmadığını anladık. Bütün dolmuş bizi dinliyor, bari konu biz olmayalım da onları konuşturalım diye düşünerek “Siz nerede çalışıyorsunuz?” diye sordum. “Abi, biz Gümrük Başmüdürlüğü’nde çalışıyoruz” demesin mi! Buyur burdan yak.
174
“Arkadaşlarımız var orada, neresinde çalışıyorsun?” dedim. “Eskiden giriş gümrüğünde idik, üç beş aldığımızı duyulunca Başmüdür bizi hukuk servisine aldı” dedi. “Ne farkı var, memurluk memurluktur” dememe kalmadan “Abi olur mu? Girişte iken akardı valla, şimdi sızmayı bırak, damlamıyor bile” demesin mi!
“Arkadaş anlamadım! Ne sızıyor, ne akıyor anlayamadım” dedim. Savaş hopluyor, herifleri parçalayacak “elleme, sen karışma” dedim. “Para be abi, para” dedi. “Bizde de damlamıyor be arkadaş” dedim. Artık herifin yüzüne dikkatlice bakıyorum, tanımak istiyorum. “Abi sen nereye gidiyorsun?” “Bakırköy” cevabıma karşılık “Manitaya mı? Haa!” kahkahalar, aptallaştık. “Ben bu akşam manitaya takılacağım, Ataköy’de oturuyorum, ama Ömürlü’de ineceğim, benim yavru Bahçeli’de oturur” demesin mi?
Bizde bir tane hatun bile yok, adamda iki tane, neyse indim, iniyorum derken, arkadaşıyla bizleri ve tüm dolmuşu selamladılar. Hiç konuşmayan arkadaşı, “iyi akşamlar” diyerek, geceyi kapattı.
Savaş “Ulan! Niye maliyeci dedin? Gümrük Müfettişi olduğumuzu söyleseydin ya” dedi, kaş göz ettim, yarın konuşmak üzere dağıldık.
Sabah erkenden heyetteyiz, tüm muavinler gibi bizim de odamız yok. O zamanlar Hüsnü Yılmaz’ın odasıydı herhalde, heyetin hemen girişinde (o zamanlar giriş oradandı) tuvaletin karşısındaki (bugün Bülent Eryılmaz’ın oturduğu oda) odada otururdu. Köşe oda Yusuf Ziya Sakin, Coşkun Özışık, İbrahim Usta’nın odası idi. Sekreterlik ve santral bugünkü fax, fotokopi odası idi. Bu oda da biri daha vardı ama, ikisi de soruşturma için İstanbul dışında idiler, odaya yayıldık. Başmüdür ya Oğuz
175
Anter ya da Oktay Ergül olmalı. Üstadlardan Başmüdürlükte çalışan personellerin özlük dosyalarını istedik. 100-150 dosya odayı doldurdu. Bir yandan Savaş, bir yandan ben akşamki arkadaşı aramaya başladık, sızıyor ya, akıyor ya, damlıyor ya, ona gününü göstereceğiz ama, iş olarak da almak istemiyoruz.
Nihayet arkadaşları bulduk, ciddi olsun diye kapıya bir muhafaza memuru diktik. Arkadaşları çağırdık. Muhafaza memuru personelin geldiğini söyledi. Yarım saat, bir saat ayrıca beklettik, istiyorum ki adam tükensin.
Bir süre sonra içeriye çağırdık, adam geldi. İki masanın arasında pencere önünde ortada bir koltuk vardı, Savaş masada, daktilo önünde ben koltukta ayak ayak üstüne attım. Arkaya yaslandım. Adam ayakta, iki sandalyeyi de önceden dışarı çıkartmışım, daktiloda pelur kağıdı takılı, oturacak yer yok.
“Adın ne?” dedim. “Ahmet oğlu Mehmet” “Nerede çalışıyorsun?” “Hukuk işlerinde” “Savaş bey, siz yazıyor musunuz?” ortalık ciddileşiyor. Tersten başladık “Ömürlü’de(Bahçelievler’de) eviniz mi var? Biraz önce adres olarak Ataköy yazdırdınız” “Hayır Efendim, Ömürlü’de evim yok” “Senin evini sormadım ki, sevgilinizin mi evi var?” “Estağfurullah Efendim” “Araban var mı?” “Yok Efendim” “İşe neyle gider gelirsin?” “Otobüs-dolmuşla efendim” “Geceleri dolmuşu mu tercih edersin?” Adam bir türlü çağrışım yapmıyor, demek ki öyle sarhoş idi ki, bizi hatırlamıyor bile.
“Dün gece nerede idiniz?” “Evimde efendim?” “Hangi evinizde?” “Gözleri fal taşı gibi açıldı, cevap vermedi.
Ben yüklendim “Sızıyor mu, damlıyor mu?”, “Anlamadım efendim”, “Hukuk işlerinde sızıyor mu ulan, yoksa tescil taksitlendirmede damlıyor mu? onu soruyorum”.
176
“Anlayamadım efendim” deyince “Neyi anlayamıyorsun? Beni tanımadın mı? Maliyede tecil taksitlendirmede çalışan dün geceki dolmuş arkadaşın” dediğimde adam kapının kolunu tutmak istedi. Kolu tutunca, kapı açıldı, adam da olduğu yere bayıldı. Muhafaza memuru içeri girdi. “Çıkarın bunu dışarı, ayılınca gelsin” dedim. Arkadaşı ve muhafaza memuru, onu sürükleyerek dışarı çıkardılar, kapı kapandı. Savaşla biz de masaların üzerine kapandık. Gülmemiz bitince tekrar müfettişlik maskemizi taktık, sağ kaş yukarıda, sol kaş aşağıda, dudak büzülmüş şekilde arkadaşı tekrar içeri aldık.
“Şimdi biz ne yapalım? Seni memuriyetten attıralım mı? Manitan ne olacak? Sızma, damlama ne olacak?” dememize kalmadan “Efendim, ben de arkadaşım da bir daha içki içmeyeceğiz” cevabını verdi. Gülmemek için zor duruyorduk ki, ben “arkadaşını da çağır” dedim. Her ikisi de ayakta, bir daha içmeyeceklerine, para almayacaklarına falan söz verdiler. Biz de sanki onlara inanıyor ve güvenmiş gibi ifade tutanağını yırttık, odadan çıkardık.
Bu olayı Başmüdüre anlattığımızda, iki memur da el değmemiş gümrüklerden birinde çalışmak üzere yola çıkmışlardı bile.
Eminim o günden bugüne 30-32 senedir bu arkadaşlar alkollü iken hiç lüzumsuz konuşmamışlardır. Ben de sarhoş olmamak kaydıyla içmeyi öğrendim ve hiç sarhoş olmadım. Keyfim iyi olunca, şimdi yaptığım gibi yalnızca anıları anlatmayı tercih ettim. Anlattıklarımdan dolayı ertesi günü alınanlara da, içkiyi bahane ederek “çok içmişiz, kusura bakma, anlatmamak gerekirken ağzımdan kaçırmışım” falan dedim. Bu nedenle içkiyi hep dostlarımla, bana kırılmayacak, anlayış gösterecek arkadaşlarımla içmeyi tercih ettim. Güzel arkadaş ve dostlarıma saygı ve sevgilerimle.
177