Banker Savaş, Beyaz Eşyacı Nazım


Deprecated: implode(): Passing glue string after array is deprecated. Swap the parameters in /var/www/wp-content/themes/largo-0.6.4/inc/post-social.php on line 157
Print More

Müfettişlikte, hem şık olacak, hem iyi yerlerde gözükecek, hem de düzgün insanlarla birlikte olacaksın, yani kendine para harcayacaksın. Hiç düşünmezdik, çünkü müfettiş maaşı ve yevmiyesi 1975’lerde çok iyi idi, çok zor biterdi ancak biz yine de bitirirdik. Gittikçe maaşlarımız azaldı, yaşam seviyemiz biz gördükçe öğrendikce yükselirken gelirimiz düştü, yıllar sonra bugün görüyorum ki, hem mesleği cazip olmaktan çıkarmışlar, hem bürokratik saygınlığını düşürmek için maaşları un ufak etmişler.

O yıllarda maaş ve yevmiye birlikte 3.540 TL alıyoruz. Bu çok büyük bir para; cumhuriyet altını 90 TL nerede ise 40 altın maaş alıyorsunuz. Çiçek pasajında yola bakan en iyi masayı dört kişi kapattığınızda ve masanın üzerini tüm mezelerle donattığınızda geceyi 20 evet yalnızca 20 TL ile bitiriyordunuz. Hatırlarım ki; her ay müfettiş arkadaşlarım Zeki Tüyen ve Savaş Özdoğan Vakko’dan 900.-TL’ye takım elbise alırlardı. O zamanlar 12+3 taksit, 18+5 taksit falan yoktu. Tık para elbise alınırdı. 900TL’ya elbise aldıklarında Turan Yıldız adlı taşrada büyümüş müfettiş arkadaşım da, 180TL’ya baştan aşağı kendini donattığını söylerdi.

Ben, her ay ana, baba, kardeşime ve kız arkadaşıma hediyeler alır, bazı aylar İstanbul’da yengemi, amcamı sevindirir, liseyi bitiren taze delikanlı yeğenimi memmun ederdim. Mesai dışında günlerimiz çoğunlukla para harcamak ile geçerdi. Bazı ağabeylerimiz, “para biriktirin, arsa alın, araba alın” falan derlerdi, ama araba öyle kolay mı? Renault 9 ilk ithal edildiğinde 12.500 Tl idi. Önceden 3-5.000TL peşin vereceksin, sıraya gireceksin. Aylar sonra taşıt geldiğinde kalan parayı hemen

108

ödeyeceksin. Öyle para harcanırdı ki, ay sonunda Nazım Bilican’ın masasının önünde ütülü tebessüm ile oturur, onu yağlar, yıkar, 100 veya 200 TL borç alırdık. Nazım’da daima para olurdu, hem kardeşlerini okutur, hem de para biriktirirdi. Mahmut Gencer adlı bekar bir müfettişle çalıştığı dönemde, fabrikadan torpille 3-4 taksitle buzdolabı, çamaşır makinesi, fırın vs. düzmeye başlamıştı. Bense, 1977 Haziran’ında evlendiğimde Ankara Gümrük Müdürüne rica etmiş ve Arçelik’ten 10 taksitle zor bela buzdolabı alabilmiştim. Bunu da her taksit ödediğimde, bu taksitlendirmeyi rüşvet almış gibi değerlendirdiğimden hep eziklik hissetmiştim. Düşünün herkes peşin ve sırada buzdolabı alırken, ben sıra beklemeden taksitle almıştım. Sanki bana müsamaha edilmiş ve menfaat sağlanmış gibi düşünmüştüm. Nazım işte bu şartlarda tık para verip beyaz eşya alırdı.

Mahmut Gencer iyice kanına girmiş Isparta’dan halı almaya başlamışlardı. Bakar kıskanırdım, “ben de alayım” derdim. Sonra “boş ver, zamanla olur” diyerek yer, içer eğlenirdim.

Nazım “Nadir 8 halı oldu, şimdi iki Bünyan sipariş verdik” der. Biz dudağımızı büzer, boynumuzu eğer “ee ne olacak?” derdik. O da “Oğlum bunlar servet altın gibi biriktir, sonra istersen sat” derdi. Bilmezdi ki; üç beş yıl sonra ülkenin her yeri makine halısı olacak, evlerden eski el dokuma halılar atılacak ve ithal halı moda olacaktı. Nazım amcasının oğlunun evinin bir odasına tüm beyaz eşyasını doldurdu.

Ben hepsinden önce evlendim, dolap yok, fırın yok, bulaşık makinası, TV yok. Mobilyaları kendimiz aldık. Bilmem neden oldu? Bir tek salon takımını aileler ortak almıştı. Biz bir yazı buzdolapsız geçirmiştik. Siyah beyaz televizyonu eşimin teyzesinin arkadaşı bir naklihaneciden satın almıştım. Almanya’dan dönüş yapmıştı. Parasını iki taksitle zor bela ödemiştim.

109

Nazım’ın yanında Ağustos böceği gibi kalmıştım. 3-5 yıl sonra 1980’li yıllara geldiğimizde Nazım’ın yaptıklarını anlamıştım.

1980’li yıllara geldik. Rahmetli İlhan dayım banker olan eski bir arkadaşının yanında çalışıyordu, araba almıştı. Astsubay emeklisi olmasına rağmen hem babamlardan, hem de bizden yüksek bir refahı vardı. Savaş Özdoğan’da rahmetli dayımı tanır, onun babası rahmetli Kamil Amca’da emekli astsubay olduğundan, babası vasıtasıyla yakın diyalog içinde idiler. Yanılmıyorsam o zamanlar 5.600TL maaş alıyorum, ama kira, mobilya, TV, müzikseti ( o zamanlar çok çok moda) taksitlerinden kırılıp geçiyorum. Belimizi doğrultamıyoruz. Hem artık Ankaralı olmuş, Bakanlıkta gözükmeye başlamış, hem yeni çevre, dost ve bürokratlarla daha renkli bir yaşantıya başlamıştım.

Pek çok akşam Savaşlarla yemeğe gidiyor, onu tanıştırdığım askerlik arkadaşım eczacı Gülay ile ailece birlikte oluyorduk. İlginç olan Savaş’ın tüm cimriliğine rağmen (diş macunu tüpünü iyi sıkıp sonunu çıkaramadığı için babasından dayak yediğini ve bu nedenle cimri olduğunu söylerdi) bol keseden para harcamasıydı. Üç, beş, on derken bir gün Bakanlıkta kendisini sıkıştırdım “Ulan şerefsiz ben zor geçiniyorum, sen yiyip içiyorsun bir numara mı yaptın?”dedim. Çok içerledi, bozuldu. O da dayımın vasıtasıyla askerde biriktirdiği parasını bankere verdiğini “Parasının 100.000TL’den az eksik olduğunu, ilk faizi almadığını, üstüne koyduğunu, İlhan Dayı’nın da (benim dayım) 3.000TL eklediğini, %7 aylık faiz aldığını” söyledi. Aman Allahım biz alıyoruz 5.600TL maaş, ek para geliyor 7.000TL.

İlk birkaç ay imrenerek seyrettim. Bende beş kuruş yok, askerlikten önce yemiş içmişim. Sonra da evlenip borç harç yapmışım. Sonra çocuk olmuş, yaka paça dağılmış.

110

Üç beş ay sonra eski eşimin bileziklerine göz diktim. Çevremde üç beşi olan herkes banker parası yiyordu. Lüks yaşam başlamıştı. Gazeteler ve televizyonlar, pavyon, eğlence, zevk, sefa… En sonunda eşimin bilezikleri bozduruldu, 80.000 TL oldu. Maaşlardan ucuna ekledik, dayıma nasıl yapacağız diye sorduğumda, Savaş gibi bana da 3-5.000TL attı. Bir-iki faizi de almadık, bizim para da oldu, 100.000TL.

Bugünkü Atatürk Lisesi karşısında Necatibey Caddesi’ne bakan bir yerde idi, “İŞKUR bankerlik” götürdüm, parayı verdim. Aylık faizlerin senetleri yapıldı, dayım en yüksek faizi uygulattı. Üçüncü ay biz 7.500TL’yı cebe koyduk. Her şey artık düzene giriyordu. Yine eskisi gibi, yiyecek içecektik. İşte müfettişin lüks hayatı ne kadar olur, araba veya ev almak aklımızdan geçmiyor. Ama bir renkli televizyon düşünüyoruz ve tabi çok moda tek parça bir Sony Müzik seti istiyoruz. Hem radyo, hem plak çalıyor, hem kaset çalıyor, yurtdışında var, eş dost almış biz de almayı düşüyoruz. Kendimize çok görmüyoruz, karı koca Mülkiyeliyiz, Devlet Personel’de ve Gümrük Tekel Bakanlığı’nda çalışıyoruz.

Dördüncü ay dayıma gittim, yerinde yok. Akşam evi aradım, “patron biraz sıkışık, sen Cuma günü gel” dedi, bir iki gün bekledim. Cuma sabahı Necatibey Caddesindeyim, ulan bankerin önünde en az 500 kişi var. “Ne oldu? Neden toplandınız?” Falan derken, bankerin ödeme güçlüğüne düştüğü bu ay ödeyemeyeceği söylendi. Adam ikinci katın pencerisine çıktı “Pazartesi gelin isteyene ana parasını da ödeyeceğim” dedi. Polis ve kalabalık dağıldık.

Karıma bir şey diyemiyorum, nerede ise bir hafta olmuş, faizi alamamışız. Pazartesiyi zor yaptık. Gittim uzaktan baktım dükkan boşalmış, dayım bir süre gözükmedi, adamın peşindeler

111

çünkü, o da büyük paralar bağlamış. Bir sabah gazeteyi aldım ki “Banker Kastelli kaçtı” haberi ile karşılaştım, düğüm çözülmeye başlamıştı. Halkın parası piyasaya çıkmış, parayı 7-8 ayda toplayıp kaçmışlar, sonraki yıllarda ortaya çıkaracak olan büyük sermaye yapılmıştı. Bankerden para alan sanayiciler de parayı geri vermemişler, Tasarruf Mevduat Sigorta Fonuna elimizdeki senetlerle başvurmak da bize düşmüştü.

Yıllar önce tasarruf bonosu adı altında devletin memura yaptığı tokatcılığı, bu kez banker sıfatıyla sermayedarlar orta direk halka yapmıştı.

Savaş da, ben de Siyasal Bilgiler mezunu, ekonomiden en iyi anlayanlar olarak, sus pus olduk. Kimselere söyleyemedik. Nazım bizim yaptığımıza gülüyor “ben size demedim mi? diyordu. Yapacak bir şey yoktu. Kendimizi dalgaya aldık, herkesin alay etmesinin önüne geçtik.

O kıs kıs gülen Nazım bir gün surat beş karış karşımda idi. Biz hemen Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonun’da onun da parası var herhalde diyerek resmi gazeteden ismini aradık, adı yoktu. Ama surat iki üç gündür perişan. Yavaşça yanına yaklaştık, deştik, dürttük derken işler anlaşıldı, amcasının oğlu Nazım’ın tüm eşyaları satmış, parasını alıp kaçmış, ev boş, adres yok, buzdolabı, çamaşır makinesı, halılar hepsi gitmişti.

Hepimiz müfettişliğin uyanıklığına rağmen, tüm tasarrufçular gibi, başkasına para biriktirmiştik.

İşte bu tarihten sonra ne tasarruf ettim, ne kendimi zorladım. Para harcadım, ancak benden bir üsttekini hiç merak etmedim, öykünmedim.

112

Comments are closed.