BÖLÜM II TAPINAK ŞÖVALYELERİ
Avrupa’nın karanlık çağının doruk noktasında, İrlanda tüm Avrupa’nın bilgi merkezi halinde idi. Onlar İskoçlar gibi, Roma’dan, kıta Avrupası’ndan uzakta idiler. Gelen Hıristiyanlar da burada çok sağlam Kelt inanışıyla karşılaşınca, kendi inançlarını onlara zorlayamadılar, mevcut öğretilerden de etkilenerek, kendi iç düşüncelerini Tanrı ile paylaşmak yolunu seçtiler ve farklı bir kilise yarattılar, Kelt Kilisesi oluştu.
Aziz Patrick, Aziz Columban, Aziz Bernard gibiler bu kilisenin yetiştirdiği Keltik Hıristiyanlardı.
Ancak 664 yılında İngiliz Whitby Kilisesi, tüm Kelt kiliselerini dağıtmış ve İrlanda’yı Roma’ya bağlamış, belgelere el koymuş veya yok etmişti. Böylece Yahudi-Hıristiyan düşünenleri yok olmuştu. Roma kilisesi tarafından eski Ahid giderek önemsiz ve Musa kanunlarını da gereksiz kılınmıştı. Oysa Kelt Kilisesi’nde Druid rahiplerce eski ve yeni Ahitler eşit konumda idi. Tevrat, Keltik Hıristiyanların, İncil’in yanında en önemli kutsalı idi, merak ediliyordu.
Keltik Hıristiyanlar, güç ve yönelimlerini Roma’dan çok Mısır, Suriye ve Akdeniz dünyasından almışlardı. Nasrani düşüncelerinden etkilenmişlerdi, keşişleri Mısır’ı ziyaret ediyordu. Kitapları ve Azizlerin yaşam hikayeleri, İskenderiye kaynaklı idi. Bakire Meryem Bayramını Roma’nın değil, Mısır kilisesinin belirtiği günlerde kutlarlardı. Nasrani düşüncesinin, kutsal topraklardaki münzevi yaşam uygulamalarını, yoksulluğu, İrlanda ve İskoçya’da aynısıyla sürdürüyorlardı. Benzerliği şaşkınlıkla izliyorlardı.
Hıristiyanlığın doğuşuna önceleri engel olmaya çalışan Büyük Roma İmparatorluğu; daha sonra tüm Avrupa’da Hıristiyanlık dininin yayılmasında tek güç olmuş, Avrupa’da mevcut Pagan topluluklar ve Keltlerin topluluk düzenindeki yönetimlerini dağıtarak, onların dinlerine yaptıkları suçlamalarla Hıristiyanlığı onlara zorla benimsetmişlerdi. Daha sonra Doğu’dan gelen Atila ve Harzemlerin, Roma’ya kadar giren düzenli ordularıyla Roma İmparatorluğu parçalanmış, böylece Avrupa M.S.500’den haçlı seferlerine kadar devlet sayılmayacak kont’luk, dük’lük, kral’lık, prens’lik gibi küçük yönetimlere dönüşmüştü. Avrupa’da birlikteliğin tek sağlayıcı gücü ve otoritesi Papa kalmış, Rönesans ve reformlara kadar, din; karanlık Avrupa’nın tek hakimi olmuştu. En büyük krallar bile Papa’nın önünde eğilmek, arazi ve paralarıyla bağlılıklarını bildirmekten başka bir şey yapamaz olmuşlardı.
Doğu’nun zenginliği de; yoksul Avrupa halkı ve parasız asillerini daima cezbetmişti. Haçlı seferleri; görünürde büyük bir heyecanla kutsal yerlerin ele geçirilmesi için hazırlanırken; doğunun zenginlik ve refahı bunun gizli ödülü olarak sunulmuştu.
I.Haçlı ordusu 1099’da Kudüs’ü ele geçirince, yeni devletin, Kudüs krallığının başına Codefray de Bouillon getirildi.
Aynı dönemde, Fransa’da Trayes yakınlarındaki Champagne bölgesinde bulunan Provins’te “Aziz Saint Bernard”, Hıristiyan Benedikten mezhebini kurmuştu. Aziz Bernard aslında gizli bir Kelt rahibi, bir Druid idi. Keltler Roma döneminde druid denilen rahiplerin yönetiminde, din ve büyü ile Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde topluluk birliği olarak yaşarlarken, Romalılarca Keltlerin rahipleri yok edilince, yer altına çekilmişler, Kelt halkı da, eski alışkanlıklarıyla birlikte Hıristiyan olmuşlar, ancak eski ve yeni Ahit’te bahsedilen ve inançları ile göreneklerine benzerliği Kudüs’te Süleyman Mabedi’nde aramak istemişlerdi.
Bir Druid olan Aziz Bernard da Nasrani’lerden duyduğu “Rüzgarları emirleri altına alan”, “kuşlara ve hayvanlara hükmeden”, “bütün dünyaya hükmetmenin sırlarına sahip” Süleyman’ın sırlarını aramaktaydı. Druidler de Kelt halkının gözünde ilahi kişilerdi ve Süleyman’ın benzer gizli sırlarını, Keltler’in sözlü gelenekleriyle, kuşaktan kuşağa aktarıyorlardı. Onlar; Papa, krallar, asiller ve yoksul halk gibi Süleyman’ın veya Doğu’nun hazinelerini değil, Süleyman’ın sırlarına ulaşmak istiyorlardı.
Aziz Bernard, Kudüs’te yeni krala Süleyman Tapınağının muhafazası için özel bir asker-rahip birlik önerdi, görünürdeki amaçları onlar tapınağı bekleyecekler, Kudüs’ü ziyaret eden Hacıların emniyetini sağlayacaklardı, ancak asıl amaçları Keltik inancı ile Süleyman Mabedi’ndeki sırları eski ve yeni Ahit’te aramaktı. Şövalyeler Avrupa’dan gelecek hacıların güvenliği için Kudüs’te yer alırken; DOKUZLAR adıyla, Dokuz Şövalye Keltler’in bildiği Druid rahiplerin aktardığı, Keltler’in yazılı olmayan kutsal ve mistik kuralları ile Yahudi-Hıristiyanların söylediklerini, Nasrani’lerin inançlarını, İbranice metinleri, İbranilerin Kabalasını (sözlü geleneklerini) öğrenmeye, kutsal ve gizemli kurallarını karşılaştırmaya, gizli kalan ve sır olanları ortaya çıkarmaya çalışacaklardı.
Champagne’nin yöneticisi Hugues de Payens, Aziz Bernard’ın en yakın adamı idi. Aziz Bernard’ın görevlendirdiği Hugues de Payens 1118’de sekiz kişi ile Kudüs’e geldi. Kendilerine “İsa’nın yoksul şövalyeleri” adını verdiler. Onlara “Dokuzlar” da deniliyor.
O halde; şövalyelere neden “İsa’nın yoksul şövalyeleri” deniyordu biliyor musunuz? Onlar yoksul mu, parasız, pulsuz mu idiler? Hayır!
Dokuzlar, radikal Roma’nın, Pavlus’cu kilisenin yalanlarına inanmıyorlardı, onlar “İsa’nın bir insan olduğuna, Tanrı olmadığına ve bir bakireden doğmadığına” “inanan Mısır ve Antakya kiliselerinin söylediği gibi Nasrani’lere inanıyorlardı. Bunu ispatlamaları gerekiyordu. O dönemde NASRANİ’lere “EBIONITE” denilirdi, yani “YOKSUL”. Onlar, yahudi olmayan Pavluscu Hıristiyanlar gibi düşünmez; İsa’nın sadece vaftiz edilmiş bir yahudi kralı olduğuna, onun kutsandığı yani taç giydiği anda Mesih olduğuna, Matta’nın müjdesinin asıl olduğuna, Romalıların baskısıyla yazılmış diğer müjdelere güvenilmemesi gerektiğine inanırlardı, geldikleri yerde Kudüs’te bunun doğruluğunu bulmak istiyorlardı.
Aziz Bernard ve Şövalyeler; İsa’nın yoksul şövalyeleri, nasıl olmuştu da, 1200 yıl sonra bu arayışa girmişlerdi? Tarihin sayfalarında kaybolmuş, Kelt Kilisesi ile Keltik düşüncesine Yahudilerin sözlü geleneği ile ulaşmak istemişlerdi. Onlar, bunu Kudüs’te bulmalı ve yaşayan Esseni, Sadok ve Nasrani’ler ile buluşmalı idiler.
Şövalyeler, gizli Kelt Kilisesi’nin rahiplerinden olan Aziz Bernard’la, Nasrani’lere o dönemde verilen ad ile EBIONITE (yoksul) adıyla bu nedenle bir araya gelmişlerdi. İsa’yı ve Nasrani’leri anarak, “İsa’nın yoksul askerleri” adıyla harekete geçerek, Roma’nın baskısıyla yer altına itilen Keltik kiliseyi tekrar ayağa kaldırmayı amaçlamışlardı.
İbranice Kabala (QABALA) kelimesi vardı ki; Yahudi geleneğinin gizli, gizemli ezoterik boyutunu Mişna ve Germa’da olduğu gibi cümle ve ayetlerin açık anlamı ile değil, yorumları anlama ve anlatmaya çalıştığını öğrendiler. İşte, onların bu yorumları şövalyeler tarafından M.S. 1300’lerde yazıya geçirildi ve “ZOHAR” yazıldı.
Şövalyeler, sırları ve ZOHAR ile Avrupa’ya ve İskoçya’ya döndüler. Tekrar Kelt halkı ile buluştular.
Şövalyeler Nasranilerle de buluştular. İbranilerin ATBASH Şifresini elde ettiler. Papa’nın ve Roma’nın dediği gibi şövalyeler BAPHOMET adlı bir puta tapmıyorlardı. Baphomet, Papa’nın dediği gibi “Muhammet” de değildi. Baphomet, Atbash şifresiyle çözüldüğünde SOPHIA demekti, bu yunanca kelime BİLGE anlamına geliyordu. Bugün ona HİKMET deniliyor.
Musa’nın anlattıklarını, Talmud ile sözlü gelenek olarak M.Ö.1288’lerden M.Ö.538’e kadar rahiplerce taşınmıştı. Babil dönüşü İbraniler köşeli yazılarını öğrenmeleriyle, M.S.200’de MİŞNA metninin kaleme alındığını, M.S. 200-500 arasında yorumların toplandığı GEMARA’nın yazıldığını, MİŞNA ile GEMARA’yı birleştirerek TEVRAT’ın oluşturulduğunu, TEVRAT ve TALMUD’un Yahudilerin kitaplığında yer aldığını, KİTAB-I MUKADDES’in ise “Tevrat”ın baş harfleri “TA”, “Neviim” yani Nebiler ve peygamberler bölümünün baş harfleri “NA” ve “Kheyuvim” yani kutsal yazılar bölümünün baş harfleri “KH” olmak üzere “TANAKH”ın M.S.500’de düzenlendiğini öğrendiler.
Şövalyeler, BİLGE’ye ulaştılar, arayışları doğru idi, tapınağa yerleştiler ve adları da bu kez “tapınak şövalyeleri” oldu.
Aynı dönemde Bruce; İskoçya Kelt krallığının bağımsızlığı için uğraşıyordu. İngilizlerin Galler ve İrlanda’da da otoritesi yoktu. İskoçya iyi düzenlenmiş bağımsız politik kurumlarıyla kalan tek kelt ülkesi idi. İngiltere kralı I. Edward, İskoçların bağımsızlığını vermiyordu. 1296’da savaşlar başladı, İskoçlar yenildi. Keltlerin kutsal mekanı Stonehedge de taşların üzeri silindi, tahrip edildi, bazıları Londra’ya getirildi, Kutsal İskoç devlet mührü param parça edildi. İşte böyle bir zamanda Bruce, Papa’ya bağlı İngiliz Kralı’nın karşısına çıktı. Papanın aforoz ettiği Bruce’un İskoçya’sında Papa’nın fermanı artık geçerli değildi.
Kudüs’ten dönen tapınak şövalyelerinin ve İskoçların düşmanları artık aynı idi; Papa! Tapınakçılar kendi ülkelerine, kurucu üstadları, Aziz Bernard’ın ülkesine dönmüşlerdi.
Haçlı Seferleri yıllar yıllar sürmüş, sırlar, gizemli bilgiler ve servetler doğudan batıya taşınmıştı. Şövalyeler zenginleşmiş, güçlenmiş, krallara şekil vermeye başlamıştı. Kralların mutemedi, vekili veya yöneticisi olmuşlardı ama 1291 tarihinde kutsal topraklardan son haçlının çekilmesi ile tapınak şövalyelerinin gücü de Kudüs’te azalmaya başladı, Tapınakçılar kıta Avrupası’ndan getirdikleri silahları önce İrlanda’ya, oradan da İskoçya’ya taşıdılar. Bruce’un ordusu Tapınakçılar ile eğitiliyordu. Bannockburn Savaşı 24 Haziran 1314 yılındaydı, o gün Aziz John günü idi. Keltler için de gücün ve enerjinin en yüksek olduğu “yaz ortası günü”, “Alban Heffyn” günü idi, tapınak şövalyeleri savaşa dahil oldular ve İngilizler büyük bir bozguna uğradılar.
Bruce; hem Papa’ya ve İngilizlere, hem de kendi destekçisi Fransız Kralı IV. Philipe karşı Tapınakçıları sakladı. Aralarındaki ortak efsane ve gelenekler onları iyice birbirine yaklaştırdı.
Tarikatın kurucusu Kelt rahibi, bir Druid olan Bernard’ın ülkesine, Keltler’in ülkesine İskoçya’ya sığınmışlardı.
Ancak, Yıl 1306’ya geldiğinde Tapınağın büyük üstadı Jacques de Moley idi. Fransız Kralı IV. Philip ve Papa V.Clemens karar vermişlerdi, 1312’de Tapınakçılar Papa tarafından dağıtıldı, toplatıldı, tutuklandı, öldürüldü, asıldı, yakıldı, yıl 1314 olmuştu. Kalan Tapınakçılar yer altına çekildiler, İrlanda, İskoçya, İspanya ve Almanya’ya dağıldılar.
Tapınakçıların kıta Avrupası ile ilişkileri yine devam ediyordu; Galya, yani Fransa, Keltler’e göre Aşağı Britanya’da hızla yayılmaya başladılar. Fransız kralından intikam almaları gerekiyordu. İleride Papa’yı da süslü bir sembol yapacaklardı. Reformlar, Rönesans ve Fransız devrimine kadar durmadan çalıştılar.
Şövalyelerin Kudüs’te aradığı, onların da Kudüs’te Süleyman Mabedinde buldukları, Kabala’nın söyledikleri, ZOHAR’da yazılanlar Essen’lerin anlattıkları ve Müslümanlarda gördükleri ile örtüşüyordu. Tapınakçılar, Kelt kültürünün; Musevi geleneği ile süslenmiş, İslam süzgecinden geçmiş, Hıristiyan versiyonu idi. Onlar yüzyıllar içinde çeşitli inançlar arasında uzlaşma aradılar, Keltler gibi, din kurumları içinde insanların yarattığı tuzakları kaldırmak için örgütlendiler ve çalıştılar.
Nadir Elibol
Ankara- 29.05.2007
Yararlanılan Kaynaklar :
- Merlyn, Kral Arthur’un Büyücüsü’nün Gizli 21 Dersi; Douglos Monroe, çeviri Yasemin Candan, Newage Yayınları-Ekim 2004
- Tapınak Şövalyeleri, Mesihin Mirası; Michael Baigent-Richard Leigh- Henry Lincoln, çeviri Eda Acara, Nokta Kitap-Ocak 2005
- Tapınak Şövalyeleri, Mabet ve Loca; Michael Baigent-Richard Leigh, çeviri Muzaffer Renan Mengü, Nokta Yayınları-Mayıs 2004
- Tarih Boyunca Masonluk; Asım Ak’in, Hacettepe Taş Kitapcılık – Nisan 1998
- Dünya Tarihinin Perde Arkası; Turgut Gürsan, Bilge Karınca Yayınları – Ocak 2005